Bresson 1967 yılında çektiği başyapıtından ve onun ana karakterinden bahsederken iki kelime kullanıyor: Sefalet ve acımasızlık. 14 yaşında bir kızın (Mouchette), kendi içine kapanmış bir kasabada alkolik babası, yatalak annesi ve kundaktaki kardeşiyle yaşadığı ürkütücü sefalet ve kasabadaki herkesin içine yerleşmiş, orada yuvalanmış acımasızlık tohumları. Bu ufak ve bütün ufak yerleşim birimleri gibi baskıcı kasabadan bütün insanlığın yaşadıklarına, insan olma halinin özüne ve insan ruhuna doğru genişliyor Bresson. Bütün çağdaşlarının yaşadığı şoku o da iliklerine kadar yaşıyor. İlerleme mitinin çatır çatır çöküşünü, tanımlamaların göreceliliğini, kendini insanlığın tarih boyunca ulaştığı son nokta olarak işaretleyen batının büyük kibrinin iki dünya savaşı ve yaşanan o kadar acı sonunda nasıl da çözülüp unufak olduğunu seyredip, onun hikayesini anlatıyor. Filmdeki olay akışının hiçbir kıymeti harbiyesi yok aslında. Bir olayı anlatmaktan ziyade ruh hallerinin dalgalanmasını perdeye aktarıyor Bresson. Kıskançlık, öfke, acımasızlık, sorumluluk, utanç ve daha pek çok insanlık halini deşiyor. Ve bunu da inanılmaz bir soğukkanlılıkla yapıyor.