Ed Hutcheson, New York 'Day' gazetesinde çalışan bir adamdır. Gazete mali sorunlar nedeniyle kapanmak üzeredir ancak bu durum bile hem Ed'in hem de diğer personelin çalışmasına engel olmaz. Hutcheson, dokunulmaz çete patronu Rienzi'nin cezai faaliyetlerini ortaya çıkarmak için zorlu bir mücadeleye girişecektir.

Constance, (Ingrid Bergman) kalbinden çok kafası ile yaşamaya alışık bir psikiyatristtir. Tüm hayatını derinden inandığı psikiyatriye adayan bu genç doktorun erkelerle hemen hemen hiç ilişkisi yoktur ve tüm hayatı işi üzerinedir. Çalıştığı kliniğin şefi olan Dr. Murchison' ın yerine Dr. Anthony Edwardes isminde suçluçluk psikolojisi üzerinde uzmanlaşmış tanınmış bir doktor atanır. Canstance ona karşı diğer erkeklere hissetmediği bir yakınlık ve sıcaklık duymaya başlayacaktır.

Leonora Eames'in hayali gerçek olur, milyon dolar değerindeki zengin iş adamı Smith Ohlrig ile evlenir. Ancak kocası hakkındaki gerçeği öğrendiğinde rüyası kabusa döner, kocası güç delisi ve bir çılgındır. Leonora'a hayatı zehir eder. Kocası ondan boşanmak istemediği için Long Island'daki lüks hayatından kaçar ve New York'un kenar mahallesinde hayat mücadelesi vermeye başlar. Ama Ohlrig'in onun peşini kolay kolay bırakmaya niyeti yoktur.

George Harvey Bone, 20. yüzyılın başlarında Londra’da yaşayan bir bestecidir. George bir piyano konçertosu üzerinde çalıştığı için stres altındadır. Bu stres nedeniyle, akortsuz bir ses duyduğu her an bayılmaktadır. Ancak ilginç bir durum vardır; George ayıldığında kendisini şehrin farklı bir noktasında bulmaktadır.

Genç manken Jean Dexter, Manhattan'da yaşadığı apartman dairesinde önce bayıltılır sonra da banyo küvetinde boğulmaya terkedilir. Ona ait olduğu sanılan çok miktarda mücevher de kaybolmuştur. Cinayeti çözme görevi Detektif Teğmen Dan Muldoon ve yardımcısı Detektif James Halloran'a verilir.Filmde olaylar bir cinayet soruşturmasının etrafında gelişirken, New York şehrinin ve insanlarının ayrıntılı bir betimlemesi de yapılır. Çekimlerin çoğu stüdyo dışındaki mekanlarda gerçekleştirilirken yönetmen Jules Dassin şehrin gündelik yaşantısından ayrıntıları da titizlikle verir. Bu açıdan bakıldığında film bir bakıma 1940'ların sonundaki New York'un ileriki nesillere aktarılacak bir belgeseli gibidir adeta.

“The Window- Pencere”, Barbara Hale’in başrol oynadığı ve Cornell Woolrich’in Mystery Book Magazine’de (Mart 1947) yayınlanan komşularının katil olduğundan şüphelenen yalancı bir çocuk hakkındaki “The Boy Cried Murder” adlı kısa öyküsüne dayanan 1949 tarihli bir siyah-beyaz gerilim filmidir.Film, Ezop Masallarından şu yazılı alıntıyla açılıyor: “Çocuk birkaç kez ‘kurt’ ‘kurt’ diye bağırdı ve insanlar ona her yardıma geldiklerinde ortada bir ‘kurt’ olmadığını gördüler.”Film, Cary Grant ve Ingrid Bergman’ın oynadığı Alfred Hitchcock’un Notorious (1946) adlı bir başka başarılı gerilim filmi de dahil olmak üzere 100’den fazla filmde görüntü yönetmeni olarak çalışan Ted Tetzlaff tarafından yönetildi.RKO, başrolü oynamak için Disney’den Bobby Driscoll’u ödünç aldı.Bu film 1947’nin ikinci yarısında çekildi RKO’yu satın alan Howard Hughes tarafından “yayınlamaya değmez” olarak ilan edilip rafa kaldırıldı ve ancak 1949’da gösterime girdi. 1949’da piyasaya sürüldüğünde, maliyetinin birkaç katı hasılat elde ederek ve çekildiğinde on yaşında olan Bobby Driscoll’a özel bir Akademi Çocuk Ödülü kazandırarak RKO’nun en büyük hitlerinden biri oldu.1950 Akademi Ödülleri’nde Bobby Driscoll, bu filmdeki çalışması ile Disney’in göz yaşartıcı filmi So Dear to My Heart’a (1948) karşı yarışarak bir Akademi Çocuk Ödülü kazandı. Juvenil Oscar, “Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi (AMPAS) Yönetim Kurulu’nun takdirine bağlı olarak, özellikle on sekiz yaşın altındaki genç sanatçıları ‘olağanüstü katkıları’ nedeniyle takdir etmek üzere verilen Özel bir Onursal Akademi Ödülüdür.Yazar ve kara film tarihçisi Eddie Muller’e göre, bu, New York’ta neredeyse tamamen mekanda çekilen ilk kara film prodüksiyonuydu. Daha önce tamamlanmış olmasına rağmen, ünlü New York Esrarı’ndan- The Naked City (1948) sonra piyasaya sürülmüştür.Filmin tek Oscar adaylığı En İyi Kurgu dalında geldi.Köşedeki eczane, bu filmde gösterildiği gibi, günlük şehir yaşamının bir parçasıydı. Telefonu kullanmak, ilaç almak, en son yayınları incelemek, bir şeyler içmek için gidilen bir yerdi. The Honeymooners (1955) ve I Love Lucy (1951) gibi TV şovları da eczaneyi ara sıra bir olay örgüsü unsuru olarak kullandı.Kiralık binalar arasına gerilmiş çamaşır iplerinin görüntüsü, New York City’de nesiller boyu tanıdık bir manzaraydı. Birçok film ve TV şovu, mekan belirleme çekimlerinde bu görüntüleri kullandı. 11 yıl sonra Batı Yakasının Hikayesi filmi (1961) ile ikon haline geldi.Film ilk gösterime girdiğinde, The New York Times filmi övdü: Bu RKO melodramının çarpıcı gücü ve ürkütücü etkisi, esas olarak Bobby’nin parlak oyunculuğundan kaynaklanmaktadır. Gerçekten de, çökmekte olan evde ölümden kaçarken çocuğun yüzüne kazınmış ve her hareketinden yansıyan o kadar keskin bir tehlike ifadesi vardır ki seyredenlerin endişe duymaması imkansızdır.Onlarca yıl sonra, 2003’te eleştirmen Dennis Schwartz, filmin kara film yönlerini ve 20. yüzyılın ortalarında şehir merkezinde yaşayan...

Mae, şehirden bir kasabaya taşınmak zorunda kalır. Ama bu kasabadan zerre hoşlanmamaktadır. Tek isteği fırsatını bulup bu yerden kurtulmaktır. Bir gün ağabeyinin arkadaşı ile tanışır. Zengin ve iyi niyetli olan Jerry, Mae’ye aşık olur. Kısa bir sürede evlenirler. Evliliğinden sıkılan Mae, yakışıklı bir adamla tanışır ve kasabadan çıkış biletini böylelikle bulmuş olur...

İntikam peşindeki bir gangster, işlemediği bir suçtan dolayı hapse atılır. Güzel bir genç kadını baştan çıkardıktan sonra, intikam planını gerçekleştirmesine yardım etmesi için onu kullanır ve onu, ona tuzak kuran çılgın kundakçıya götürür.

Hemen hemen belgesel tarzı bir gerçekçilikle siyah-beyaz çekilen Lekeli Adam, bizzat Hitchcock'un kısa bir öndeyişte dile getirdiğine göre, gerçek bir öyküye dayanır. Bu film, Hitchcock'un değişmez temalarından birini, işlemediği bir suçla itham edilen bir adamın öyküsünü (Hitchcock'un 1959 yapımı filmi North By Northwest- Gizli Teşkilat'ta da benzer bir durum vardır) ele alır. Yönetmen suçlama ve mahkum etme süreçlerinin suçsuz bir insanı dahi nasıl da kolaylıkla suçlu pozisyonuna düşürdüğünü mükemmel biçimde aktarır.

John Garfield'ın kara listeye alınmasından ve zamansız ölümünden önceki son filmi, sıkı bir gerilimle çıtırdayan bir slam-bang pulp noir. Garfield, en iyi performanslarından birinde, başarısız bir soygunun ardından, saf bir genç kadının (Shelley Winters) ailesini rehin tutan, duvarlar üzerine kapandıkça giderek daha çaresiz ve tehlikeli hale gelen sertleşmiş, toplumdan dışlanmış birini oynuyor. Toplum bilincine sahip film yapımcısı John Berry'nin yönettiği ve her ikisi de yakında kara listenin kurbanı olacak olan Komünist senarist Dalton Trumbo'nun ortak senaryosunu yazdığı "He Run All The Way", yoğun bir gerilim filmi çerçevesine güçlü bir sınıf yorumu yerleştiriyor.

Bebek bakıcısı olarak çalıştığı ve yaşadığı otelde, orada kalan bir adama (Richard Widmark) aşık olan genç ve güzel kadın (Marilyn Monroe) bu bebeğin genç adamla olan aşk ilişkilerine engel olduğu düşüncesi ile bir anda tehlikeli ve yırtıcı biri haline gelir. Anne Bankroftun da eşlik ettiği bu tüyler ürpertici ve kışkırtıcı filmde, Monroeyu alışkın olmadığımız derecede karanlık bir karakter olarak izleyeceğiz.

Bir Mafya liderinin karısı gördüğü kötü davranışlara karşı tanıklık yapmaya karar verdiğinde tanık gizleme programına dahil olur, Polis Walter Brown ve ortağı eskortluk yapmak üzere göreve atanmıştır, fakat mafya peşlerindedir...

Bahtsız bir eski Amerikan askeri, silahlı bir araba soygununa karışmakla suçlanır. Polisler tarafından dövülüp işkence gördükten sonra delil yetersizliğinden serbest bırakılır. Kimin, ne sebeple iftira attığını öğrenme çabaları onu gerçek suçluların bulunduğu Meksika’ya götürecektir.

Walter Winchell tarzı sansasyonel bir köşe yazarı olan J.J. Hunsecker yazılarıyla birçok kişinin kaderini belirlemektedir. Hunsecker kızkardeşi Susan'a kur yapma cüretini gösteren caz gitaristi Steve'i hedef seçer.

Gotham College profesörü Wanley, sokaktan geçerken bir kadın portresi görür ve hayranlıkla uzunca süre bu resme bakar. Portre, kendisinde bir saplantı haline gelir. Bir süre sonra Wanley kadının portresini hayranlıkla izlerken portredeki kadın karşısına bir anda çıkar ve onu dairesine, şampanya içmeye davet eder. İçkilerini yudumlarken kadının kocası ikisini birlikte yakalar ve profesör Wanley yanlışlıkla adamı öldürür. Profesör olayı örtbas etmek için kadınla birlikte iş birliği yapar. Polislerse ipucu için herkesi sorgulamaya başlayacaktır...

Polis şefi Chuck Jones ve Çavuş Marty Brennan herhangi bir ipucu olmadan, cinayeti soruşturmak ve suçluları yakalamak zorundadır. Karşılarında ipucu bırakmayan zeki bir suçlu vardır.

Joe Morese genç ve hırslı bir avukattır. Danışmanlığını yaptığı Ben Tucker ise bir gansgterdir. Joe bütün etik kuralları hiçe sayarak Ben ile ortak olmuştur. Amaçları, ortak oldukları bankanın büyüyerek etraftaki diğer dolandırıcılık yapan bankaralı da satın alarak hepsinin tek bir merkezden yönetilmesini sağlamaktır. Ancak bir sorun vardır: Joenun abisi Leo da söz konusu bankalardan birinin sahibidir ve bu plana dahil olmak istemez. Kalp sağlığında sorun vardır ve işlettiği yerde çalışanlarıyla adeta bir aile gibi olmuştur, bunun bozulmasına karşıdır. Ancak Joenun hırsı, bütün bunları altüst ederek onu ve etrafındaki herkesi felakete sürükleyecektir.

Cleve Marshall, karanlık geçmişi olan Thelma Jordon'a aşık olan bir bölge savcısıdır. Kirli geçmişi ve hırsız Tony Laredo ile evli avukattan gizlediği ilişkisiyle Jordon, kolayca etkilenen Marshall'ı baştan çıkarır ve suçlarını örtbas etmek için onu kullanır. Jordon, zengin teyzesinin öldürülmesinde baş şüpheli haline gelince, adını temize çıkarmak için büyük çaba harcayan Marshall'a döner.

Mervyn LeRoy’un, .Robert E. Burns’ün otobiyografik hikâyesini temel alan, Ben Bir Pranga Kaçağıyım, şansı yaver gitmeyen bir 1. Dünya Savaşı gazisi olarak, uydurma bir suç yüzünden prangaya vurulup, uzak güney eyaletlerinde ağır işçiliğe mahkûm edilmesinin ardından, merhametsiz bir suçluya dönüşen masum bir adamın canlı bir portresini sunar. Adam dürüst bir hayat sürmek için kaçar, ihanete uğrar, yeniden kaçar ve yakalanmış bir kaçak olarak ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. Kayayı bile orta yerinden çatlatacak sadist gardiyanlar, firarlar (birçok filme temel oluşturmuş, uluyan tazıların bataklıktaki takip sahnesi dâhil), hücre cezası, parmaklıkların ardındaki kendine özgü dil başarılı bir biçimde perdeye taşınır. Sırf defalarca gönderme yapılmış bir film olması (en son Coen Kardeşler’in O Brother, Where Art Thou?/ Nerdesin Be Birader? filminde) açısından seyredilmeye değer bir yapım. Modası geçmiş olsa da halen ünlü ve unutulmaz son cümlesiyle seyirciyi derinden etkiliyor.

Teğmen polis Diamond şüpheli mafya patronu Bay Brown'ı gözetim altında tutma davasının kapanmasını önerir. Çünkü departman çok fazla para harcamakta ancak sonuç alamamaktadır. Diamond son bir girişimle Brown aleyhinde deliller ortaya çıkarmak için Brown'ın kız arkadaşı Susan Lowell'a gider.

Zengin yazar Stephen Byrne, ailenin hizmetçisini baştan çıkarmaya çalışır, ancak kadın direnince onu öldürür. Kardeşi John'u uzun süredir kıskanan Stephen, cinayetin suçunu kardeşine yüklemek için elinden geleni yapar. Ayrıca Stephens'ın kibirli bunamasından etkilenen, uzun süredir acı çeken karısı Marjorie'dir.

Chris Cross, 25 yıldır kasiyerdir. Bir yağmurlu gecede, Chris bir kadının adam tarafından dövüldüğünü görür. Adama şemsiyesi ile vurur, adam yere düşüp bayılınca, polisi bulup kadının yanına gelir. Geldiklerinde kadını tek başına bulurlar. Chris kendisini çok zengin bir sanatçı gibi tanıtır. Chris , Kittyi evine kadar bırakır. Chris kızdan hoşlanmaya başlar fakat evlidir. Kitty ise Chris ile tanıştıktan sonra başka planlar kurmaya başlar... Aşk , para , dolandırıcılık hukuk üzerine işlenmiş mükemmel film.

Call Northside 777 - Geciken Adalet, 1932 yılında ABD'deki içki yasağı döneminde bir polis memurunu öldürdükleri iddiasıyla yargılanıp hüküm giyen iki adamdan birinin 11 yıl sonra, 1944 yılında suçsuz yere ceza almış olduğuna inanan inatçı bir gazetecinin gerçekleri ortaya çıkarmak için gösterdiği çabayı anlatmaktadır.

Gizli bir buluşma için yola çıkan María José ve Juan, bir bisikletliye çarpar ve ölümüne sebep olurlar. Yıllardır devam eden ilişkileri, Maria José'nin Miguel ile evlendiği ilk günden beri sürmektedir. Yol kenarında terk ettikleri bisikletlinin üzerilerinde yarattığı gölgeyi bir takıntı haline getiren çift, ilişkilerinin açığa çıkmasından ve sosyal statülerinin yerle bir olmasından korkmaktadır. Durum, başka zorluklar ve trajediler ile gittikçe kötüleşecektir.Juan Antonio Bardem'in yönettiği Muerte De Un Ciclista (Death of a Cyclist) - Bir Bisikletlinin Ölümü, Cannes Film Festivali'nden ödülle dönmüştü.

Özel Dedektif Bradford Galt, avukat ortağı Tony Jardine yüzünden hapis cezasına çarptırıldıktan sonra San Fransisco'dan New York'a taşınır. Birinin peşinde olduğunu ve muhtemelen onu öldürmeye çalıştığını fark ettiğinde, Galt olayın arkasında Jardine'in olduğunu düşünür. Olayın arkasında düşündüğünden daha fazlası olduğunu gördüğü için, çekici sekreteri Kathleen'in birkaç nedenden dolayı etrafta bulunmasından mutluluk duymaya başlar...

Sinemanın büyülü çocuğu Orson Welles'in farkını hissettirdiği "Üçüncü Adam", İngiltere'ye ait en önemli filmlerden birisi olarak kabul edilegelmektedir. Amerikalı ucuz roman yazarı Holly Martins'in, eski arkadaşı Harry Lime’in çağrısı ile savaş sonrası Viyana’sına gelmesi ve gelir gelmez de arkadaşının bir trafik kazasında öldüğünü öğrenmesiyle gelişen olaylar aktarılmaktadır. Bir kayboluş öyküsünün ana tema olduğu filmde, Graham Greene’in kısa öyküsü etkileyici ve unutulmaz bir şekilde beyaz perdeye yansıtılmıştır. Bütün oyuncu performanslarının birbirinden etkileyici olduğu filmde, özellikle Orson Welles’in oyunu sinema tarihindeki yerini almıştır. Filmin başarılı noir atmosferi "kara film" türünün en etkileyici örneklerinden birisi olarak Üçüncü Adam'ın sinema tarihine geçmesine yol açmıştır.

Müzisyen Al Roberts Los Angeles'e gitmek üzere yola çıkar. Ama parası olmadığı için otostop çekmek zorunda kalır. Arabasına bindiği Charles Haskell'in yanlışlıkla ölümüne yol açınca, suçun üzerine kalmaması için Charles'in arabasıyla beraber kaçar. Yolda otostop çeken Vera'yı arabasına almasıyla olaylar iyice karışır.

Irving Reis'in yönettiği All My Sons - Oğullarım, savaştaki yıkımın; bir işadamının sorumluluğunu, baba ve oğlun değerlerini farklı kefelerde yüzleştirmek suretiyle ortaya koyuyor.

Gino Monetti, bir dizi suç faaliyetinde bulunan acımasız bir İtalyan-Amerikalı bankacıdır. Dört yetişkin oğlundan üçü, sorgulanabilir iş uygulamaları nedeniyle tutuklanan babalarının hapisten uzak kalmasına yardım etmeyi reddediyor. Oğullardan üçü işi devralır ama babalarını kovar. Bir avukat olan Max, babasına sadık kalan tek oğuldur.

Lucia Harper, kızı Bea'nın serseri Ted ile beraber olmasını istememektedir. Ancak Bea, Ted ile gizlice evinin yakınındaki kayıkhanede buluşmaktadır. Bir süre sonra annesinin haklı olduğunu anlayan Bea, Ted'den ayrılır. Ancak Tedo gece, Bea gittikten sonra dengesini kaybedip düşer ve hayatını kaybeder. Sabah sahilde Ted'in cesedini gören Lucia, kızı zarar görmesin diye cesedi denize atar. Ted ile Bea arasındaki ilişkiyi kimse bilmediği için Bea sorguya bile çekilmeyecektir. Ancak Donnelly elinde, Bea'nın aşk mektuplarıyla çıkagelip 5 bin dolar isteyince Lucia, kabusun daha yeni başladığını farkına varacaktır.

Lucky Gagin, arkadaşının intikamını almak ve biraz da para kazanmak için San Pablo adında küçük bir sınır kasabasına gelir. İşi pek de kolay değildir. İntikam almak istediği Frank Hugo adındaki adam tehlikeli biridir ve kolay kolay Gagine pabuç bırakacak birisine de benzemiyordur. Arkadaşı Shortynin patronu olan Frank Hugo, onu adamlarına öldürtmüştür ve hiçbir ceza almadan Fiesta festivaline eğlenmeye gelmiştir. Frank Hugonun peşine takılmış hükümet için çalışan Retz, sevimli olduğu kadar bir o kadar da yabani olan Pila, sarhoş ama iyi yürekli Pancho, Gagine yardım etse de, ne dilinden ne de kültüründen bihaber olduğu bu yerde Gaginin istediğine ulaşması zordur.

Bir Tokyo suç sendikasına yerleştirilen ABD Ordusu Müfettişi, bir Ordu görevlisinin ölümünü araştırmaya çalışır...House of Bamboo Japonya'da çekilen ilk Amerikan filmi olma özelliğini taşıyor.

Kamyon şoförü Mike Lambert, iş arayan, perişan bir maden mühendisidir. Küçük bir kasabada kamyonu bozulan Mike, burada baştan çıkarıcı bir kadınla karşılaşır.

Hapisten kaçan üç azılı katil, polisten saklanmak için orta sınıf bir Amerikan ailesinin evini seçer. Tüm kurtulma çabaları sonuçsuz kalan Hiliard Ailesi için kabus dolu saatler bir türlü bitmez. Bu arada polis her yerde Griffin kardeşleri aramaktadır.

Celia Lamphere arkadaşının düğünü için gittiği Meksika'da hayallerindeki erkekle tanışır. Mark kalabalıklar içerisinde dikkatini çeken yakışıklı ve gizemli bir adamdır. Tanıştıktan sonra aralarındaki kimya hızla ilerler ve birkaç gün içerisinde evlilik kararı alırlar. Balayı için Mark'ın malikenesine gittiklerinde Celia bir şeylerin yolunda gitmediğini fark eder. Celia evde geçirdiği her yeni gün Mark'ın büyük sırlar taşıdığını ve hayatının tehlikede olduğunu hissetmeye başlar.

Sersemlemiş bir kadın (Joan Crawford) Los Angeles sokaklarında David (Van Heflin) isimli bir adamı aramaktadır. Bir lokantada bayıldıktan sonra yakınlardaki hastanenin psikiyatri bölümüne alınır.

Büyük bir metropol mağazasının sahibi olan Bay Morris, reform yapmalarına ve doğru yola girmelerine yardımcı olmaları için şartlı tahliyede olan eski mahkumları çalıştırır. 'Hapishane mezunu' çalışanları arasında satış memuru olarak çalışan Helen Roberts ve Joe Dennis de vardır. Joe, Helen'e aşıktır ve onunla evlenmesini ister ancak hala şartlı tahliyede olduğu için evlenmesi yasaktır. Fakat evet der ve evlenirler. Yoksulluk düzeyindeki yaşamlarına rağmen, evlilikleri mutlu bir evliliktir ta ki Joe onun geçmişi hakkında yalan söylediğini keşfedene kadar. Joe hayal kırıklığına uğrar, ayrılır, eski çetesine döner ve mağazayı soymayı planlar.

William Wyler’ın yönetmenliğini yaptığı Detective Story - Karakolda adlı kara film, polis merkezinin bir günlük mesaisinde yaşananları anlatıyor. Detective Story’de başrolde yer alan Kirk Douglas çıldırmanın eşiğine gelmiş McLeod karakteriyle başarılı bir performans sergilerken Joseph Wiseman da filmin parlayan isimlerindendi. Ama Oscar adaylıkları kadın oyuncular Eleanor Parker ile Lee Grant’a gitmiş ve en iyi yönetmen ile en iyi senaryo dallarında da Oscar’a aday olan film, törenden eli boş dönmüştü.

Vahşi ve sert bir adam olan Sam Wilde'ın hoşlandığı kadın Laury, sadece onu kıskandırmak için başka bir adamla takılır. Ancak Sam, adamla tartışır ve onu öldürür. Cinayete şahit olan Laury'i de öldürdükten sonra bir trene atlar ve izini kaybettirir. Trende, kocasından yeni ayrılmış olan Helen ile tanışır ve ondan hoşlanır. Bir otele yerleşen Sam, Helen'i tekrar görebilmek için onun yanına gittiğinde Helen'in nişanlısı Fred ve üvey kız kardeşi Georgia ile karşılaşır. Helen'den ümidi kesen Sam, kısa sürede Helen'in üvey kız kardeşi Georgia ile evlenir. Onunla evlenmesindeki asıl amaç, Georgia'nın babasından büyük bir miras kalmış olmasıdır. Ancak Sam evlendikten sonra Helen ile aynı evde kalmaya başlayınca aralarındaki nefret ve tutku iyice çığırından çıkacak, ayrıca Sam'in işlediği cinayet de peşini bırakmayacaktır.James Gunn’ın “Deadlier Than the Male” adlı romanından uyarlanan Born to Kill - Öldürmek Için Doğmuş, insanın içindeki kötülüğü açık şekilde dışarı vuran bir kara film.

Küçük bir kasaba doktorunun kendi çıkarına hizmet eden karısı Rosa, büyük şehirdeki zengin bir adamın boşanıp onun yerine onunla evlenmesi konusunda ısrar etmesi üzerine daha iyi bir teklif alır. Çok geçmeden cinayet de dahil olmak üzere oldukça içler acısı eylemlerde bulunabildiğini gösterir.