Alan Paris Haber Arama Sonuçları
Üçüncü Sinema’nın ve politik belgeselciliğin efsanevi isimlerinden Fernando E. Solanas 6 Kasım 2020'de, COVID-19 tedavisi gördüğü Paris’te hayatını kaybetti. Altmış yıllık sinema hayatı boyunca teoriden pratiğe, belgeselden kurmacaya her alanda emek veren Solanas’ın ilk filminden sonuncusuna en büyük takıntısı ise mücadelesi, çelişkileri, zenginliği, sefaleti, işçileri ve entelektüelleriyle Arjantin’di.
  •   73
  •   0
1940 yılında, İtalya’nın Emilia kırsalında zengin bir aileye doğan yönetmen Bernardo Bertolucci, burjuva kültürü içinde yetişmiş ‘romantik’ bir komünisttir. Köylülerle toprak sahipleri arasında bölünmüş çocukluğuna tanınmış bir şair, antolojist ve sinema eleştirmeni olan babasının entelektüel ortamı eşlik eder. ‘Cahiers Du Cinema’ dergileri elinin altındadır.
  •   76
  •   0
Aktör, romancı, senaryo yazarı, tarot okuyucu, psikoterapist, mistik şair ve yönetmen Alejandro Jodorowsky’nin sinemasal açıdan verimli bir hayatı olmuştur. Fando y Lis (1967), El Topo (Köstebek, 1970), The Holy Mountain (Kutsal Dağ,1973) ve Santa sangre (Kutsal Kan, 1989) ile birlikte Jodorowsky tarzı gerçeküstücü literatürdeki yerini almıştır. Jodorowsky sinemasında zaman algısı kırılmış, bir kişiye ve bir nesneye karşı oluşan duygular dönüşüme uğramış, nesnelerin içindeki olası felaket hissi aynı anda görülebilir hale gelmiştir. Filmlerinde ilkel olan düşünceler ve mistik öğretiler kimi zaman kronik karabasandan ayırt edilemeyen modern dünya yaşantısına sarmalanmaktadır. Dayatılan her türlü doktrine karşı “gerçeküstü yamyamlık” Jodorowsky sinemasının vazgeçilmezleri arasındadır. Şilili yönetmen, her şeyden çok çılgına dönmüş dünyanın cinnetlerine kendi paradoks, küstahlık ve mistik arayışıyla karşı koymuştur.
  •   73
  •   0
Eric Rohmer, Fransız Yeni Dalgacıların belki de en ‘Fransız’ıydı. Ahlakçı olmadan ‘ahlak’ üzerine filmler yapan Rohmer’in sineması, iddiasızlığıyla, olaylardan çok kahramanlarının nasıl insanlar olduğuyla ilgilenmesiyle, sürekli tekrar eden tema ve sorularıyla, bütünlüklü bir ‘döngü’nün parçalarından oluşuyor.
  •   107
  •   0
Şiirsel Gerçekçi Filmler
  31 Aralık 2023

Şiirsel Gerçekçi Filmler

1929 Buhranı sonrası sosyoekonomik kargaşanın hâkim olduğu bir dönemde doğan Şiirsel Gerçekçilik, bireyi merkezine alarak toplumsal bir hiciv lirizmi sunar. 1930’larda Fransa’da doğup ardından tüm Avrupa’yı kucaklayan akım, yaklaşmakta olan savaşın karamsar, huzursuz ve acı dolu adımlarına karşı durur; bu net duruşunu şairane bir üslupla harmanlayıp gerçeğin sert hatlarını şiir törpüsüyle silikleştirir. Toplumdaki çalışan insanın, emekçinin, kaçakçının, fabrika işçisinin sorununa, çaresiz karakterleri ve onların tutarsız davranışlarıyla gönderme yapar; sosyalizmi, sıradan insanı, sen ve ben’i savunur. Savaşın yıkmaya çalıştığı hayalleri önemseyerek, günlük hayatın şiirselliğini yakalama derdine düşüp lirik bir kadraj tekniğiyle loş ortamları, puslu havalarda, ıslak kaldırımlar üzerinde perdeye aktarır.
  •   132
  •   0
Tarih boyunca resim, heykel, müzik, edebiyat, sinema gibi sanat dallarının erkek temsilcileri olduğu kadar kadın temsilcileri de mevcuttur. Ancak bu mevcudiyet, söz konusu sanat dallarına ilişkin literatür çalışmalarında kadın sanatçıların da erkek sanatçılar kadar yer alabildiği anlamına gelmemektedir. Kadın sanatçıların sanatlardaki görünmezlik sorunsalı, bu sanat dallarında kadın temsilcilerin olmaması ile değil, kadın sanatçıların literatür çalışmalarında görünmez kılınması ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla kadın sanatçıların hayatlarını yazmak; kadınların da sanatsal faaliyetlerde başarılı oldukları gerçeğini belgelemek ve onları da “geleneksel olarak benimsenen tarihsel çerçeveye yerleştirmek” açısından önem taşımaktadır (Berktay, 2012: 15). Kadın sanatçılar üzerine yapılan özellikle monografik çalışmalar, kadın sanatçıların görünür kılınması bakımından önem arz etmektedir. Bu çalışmalar, kadın sanatçıların sayısının yadsınamayacak kadar fazla olduğunu, yalnızca literatürün dışında bırakılmak suretiyle görünmez kılındıkları gerçeğini ifşa etmektedir.
  •   161
  •   0
Werner Herzog, çeşitli coğrafyalarda çektiği filmlerin çekim aşamasında ya da sonrasında kolonyal hafızanın peşini bırakmadığını belirtir. Yönetmenin bu serzenişi çalışmanın temel çıkış noktasını oluşturmaktadır. Herzog amacının evrensel gerçeklerin imgelerini çoğaltmak olduğunu söylese de yarattığı imgeler, bölgesel tarihi tümüyle dışlar mı? Filmlerde, sömürü tarihiyle toplumsal hafıza arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu sorularla oluşturulan temel argüman, Herzog filmlerinin bölgelerin sosyo-politik tarihini dışlamadığı, filmlerin imgeler üzerinden post kolonyal bir eleştiriyi mümkün kıldığıdır. Çalışmada, Alman kolonyal tarihindeki kolonyal fantezilerin toplumsal koşullarla olan ilişkisini açığa çıkarmak için “soylu vahşi” (noble savage) ve“German Indianthusiasm” kavramları kuramsal çerçeveye dâhil edilmiştir.
  •   229
  •   0
İşte benim zaviyemden, işte size, bu şehir, şehirler, metropoller ve medeniyet cangılı” diyerek söz alıyor Leos Carax. On bir yıl, bir hikâye anlatıcısının susması için kâfi bir zaman dilimi. On bir yıldan sonra, yeniden ‘anlatmaya’ başladığı noktada, bizatihi kendini malzeme yapmasına şaşırmalı. Yıllardan “muğlak”, uyanan Mösyö Carax’ı görüyoruz en evvelâ, onunla beraber hareket eden, merakını yitirmemiş köpeklerle ve çocuklarla. Kendi etinden bir anahtarla ve uyuyan bir salon dolusu seyircinin arasına kapı açılıyor: Leos’un masalına hoş geldiniz ! Kanımca bu tümcenin tamamı, havsalalarımızda, “Ey seyirci, uyan ve hoş geldin!” şeklinde güncel hâlini almalıdır.
  •   215
  •   0
I. Giriş İnsanoğlu karşılaştığı şifre ya da kodları çözerek yaşadığı gerçekliğe dair bir anlam oluşturabilir. Güngör (2011: 179), yaşama ait tüm gerçekliğin bu kodların bünyesinde yer aldığına vurgu yapar. Bu anlayış, kodlar ve anlamlarının insanlar için ne kadar önemli olduğunu göstermesi yönünden varoluşçuluğu destekler. Varoluşçuluğa göre yaşam, insanın başlangıçta hiç bilmediği; neden bu dünyada olduğunu anlamlandıramadığı bir ortamda kendisini bulmasıdır; fakat buna rağmen insanlar her zaman bir anlam bulma ve gerçeğe ulaşma arzusuyla donatılmıştır (Savaş, 2003: 33).
  •   295
  •   0
Varoluşçuluk, Fransız felsefeci Jean-Paul Sartre’ın “varoluş özden önce gelir” deyimi ile açıklanabilir. Buna göre varoluşçuluk fikir yapısında bir insan kendi sonuna sahip değildir çünkü insan varlığı sadece kendisinden öte diyazn edildiğinde hayata geçer. Varoluşçu felsefeye göre bir insan yaşamadan önce de vardır ve yaşantısına anlam katmak zorundadır çünkü o, sadece kendine ne yapıyorsa odur.
  •   346
  •   0