31 Ağustos 2025
441 Okunma
Potemkin Zırhlısı'nın gösterime girişinin üzerinden bir asır sonra, Sergei Eisenstein'ın başyapıtı, Pet Shop Boys'un beğeni toplayan bestesi eşliğinde hem sinemalarda hem de dijital platformlarda yeniden seyirciyle buluşuyor. Bu yazıda, filmi sinema tarihinin en çalkantılı ve aynı zamanda en etkileyici dönemlerinden birinin bağlamında değerlendiriyoruz.
Lenin ünlü sözünde, “Tüm sanatlar içinde bizim için en önemlisi sinemadır,” demişti. BFI’nın 1991’de yayınladığı Erken Dönem Rus Sineması VHS koleksiyonunun da kanıtladığı gibi, II. Nikolay döneminde de etkileyici filmler yapılmıştı. Fakat ülkenin muazzam büyüklüğü, ekipman kıtlığı ve Çar’ın bu yeni mecraya duyduğu derin şüphe, sinemanın gelişimini engellemişti.
Devrimden sonra sinema endüstrisini kamulaştıran Lenin, sinemacılar yetiştirmek için Devlet Sinema Enstitüsü’nü (VGIK) kurdu ve Moskova’nın yanı sıra Ukrayna, Gürcistan ve Belarus’ta stüdyolar tesis etti. Ajitasyon-propaganda trenleri ve kamyonları, haber filmlerini ve eğitici filmleri SSCB’nin en ücra köşelerine taşıdı. Neredeyse sıfırdan başlayan üretim, 1922’de 38 olan uzun metraj film sayısının 1928’de 109’a yükselmesini sağladı. Bu filmler, tehlikeli fikirlerin yayılmasını önlemek için dikkatle kurgulanan seçilmiş yabancı yapımlarla birlikte, 2.730 sinemada ve 4.680 işçi kulübünde gösterildi.
1920’lerdeki Sovyet sinemasına dair yaygın kanı, bir Gulag kampına gönderilme korkusuyla propaganda eserlerini ciddiyetle onaylayan, sıralar halinde oturmuş toplu yoldaşlar imgelerini içerir. Önde gelen film yapımcıları da ‘formalist hata’ yapma korkusu içinde yaşıyordu. Birçoğu, Marksist diyalektiğin yaratıcı seçimleri üzerindeki etkisini ve Bolşeviklerin devrimci niyetleri ile Sergei Eisenstein’ın Potemkin Zırhlısı‘nda (1925) bu denli yenilikçi bir coşkuyla sergilediği beş onaylı montaj tekniği arasındaki bağlantıyı ana hatlarıyla çizen yoğun teorik kitaplar yazmıştı.
Ancak, uzun metrajlı filmler siyasi mesajları yaymak ve devrimci kahramanların davranışlarıyla kitlelere ilham vermek için yapılırken, gösterimde aynı zamanda bol miktarda dram ve komedi de vardı. Hatta ara sıra bir taşlama (satir) filmi de sansörlerin elinden sızmıştı. Sessiz sinema döneminde çalışan yönetmenler tutkulu sinemaseverlerdi ve görüntüleri bağlama ve çarpıştırma konusundaki fikirleri, Avrupa’nın geri kalanı ve hatta Hollywood üzerinde derin bir etki yarattı. Nitekim, bir asır sonra bile Sovyet mirası, pop promosyonlarında, reklamlarda, video oyunlarında ve gişe rekorları kıran aksiyon filmlerindeki o hızlı kurgu sekanslarında hala belirgin durumda.
Yönetmen: Lev Kuleshov
Lev Kuleshov, montajın babası olarak tarih kitaplarındaki yerini almıştır; zira onun ‘Kuleshov efekti’, yan yana getirilmiş veya bağlantılı görüntülerin ilişkisel, psikolojik, entelektüel ve metaforik potansiyelini göstermesinin ardından, 1920’ler Sovyet sinemasının temel taşı haline gelmiştir. Konstrüktivist ve fütürist teoriye dayanan montaj, sessiz sinemayı dönüştürmüş ve günümüzde de etkisini sürdürmektedir.
Ancak, bıraktığı mirasın ne kadar yüce olduğuna bakılmaksızın, Kuleshov o sıralar henüz yirmili yaşlarında ve sadece film yapmak isteyen bir gençti. Zevkleri her zaman Kremlin’deki denetçilerinkiyle örtüşmezdi ve 1924 yapımı, slapstick ve satiri harmanlayan bu son derece eğlenceli film, acil devrimci idealleri ihmal ettiği gerekçesiyle yasaklanmıştı. Yine de, Mack Sennett ve D.W. Griffith’e yapılan parodik göndermelerin arasında, Bolşevik yönetime yönelik örtülü eleştiriler de vardır: Filmde, zengin Amerikalı patriyot West’i (Porfiri Podobed), tüm Sovyet vatandaşlarının barbar olduğuna dair olan inancını sömürerek dolandıran Moskovalı bir hırsız olan Zhban’dan (Vsevolod Pudovkin), yardımcısı Kovboy Jeddy (Boris Barnet) kurtarmak zorunda kalır.
Yönetmen: Yakov Protazanov
Sinematik bilim kurgunun bir dönüm noktası olarak kabul edilen Yakov Protazanov’un, Aleksey Tolstoy’un bir romanını kökten yeniden yorumlamasıyla ortaya çıkan bu film, Mars’taki yaşamdan çok, Lenin’in ölümünün hemen ardındaki Sovyetler Birliği hakkında şeyler söyler. Yurda dönen bir göçmen olan Protazanov, yozlaşmış burjuva Erlikh’in (Pavel Pol) mühendis Los’u (Nikolai Tseretelli) karısı Natasha’dan (Valentina Kuindzhi) nasıl uzaklaştırdığını ve onu Kraliçe Aelita’nın (Yuliya Solntseva) hüküm sürdüğü yere uzay yolculuğuna gönderdiğini göstererek 1921 Yeni Ekonomi Politikası’nın (NEP) toplumsal kusurlarını ortaya koymayı amaçlamıştır.
Gizemli yıldızlararası mesaj “Anta Odeli Uta”, 1950’lerin bilim kurgu klasiği The Day the Earth Stood Still (1951) filmindeki “Klaatu barada nikto”nun habercisidir. Ayrıca konstrüktivist Mars setleri ve kostümleri ise, Fritz Lang’ın Metropolis (1927) ve 1930’ların Flash Gordon serilerinden Liquid Sky (1982) ve ötesine kadar her şeyi etkilemiştir. Bununla birlikte, ticari açıdan başarılı ancak eleştirmenlerce yerden yere vurulan bu fantezinin asıl büyüleyici yanı, NEP dönemi Moskova’sını belgeselci-gerçekçi bir yaklaşımla betimlemesidir.
Yönetmen: Vsevolod Pudovkin
Yönetmen Yuri Zhelyabuzhsky, Maxim Gorky’nin 1905 Devrimi sırasında oğlunun ölümüyle radikalleşen bir annenin hikayesini anlatan romanının Mezhrabpomfilm stüdyoları uyarlamasında yer alamayınca, proje yalnızca kısa komedi filmi Satranç Ateşi‘ni (1925) birlikte yönetmiş olmasına rağmen Vsevolod Pudovkin’e emanet edildi.
Lev Kuleshov’un bir öğrencisi olan Pudovkin, görüntülerin çarpıştırılması yerine birbirine bağlanmasına dayalı bir kurgu tarzı geliştirmişti. Dahası, montaj yoluyla karakter yaratmayı hedefliyordu – meslektaşı yönetmen Grigori Roshal, onun sinema için Charles Dickens’ın roman için yaptığını iddia etmişti. Charlie Chaplin, Modern Zamanlar (1936) için bayrak sallama sahnesini bu filmden ödünç aldı ve Ana, 1958 Dünya Fuarı için derlenen en iyi 12 film listesinde (listenin başında Potemkin Zırhlısı‘nın yer aldığı) etkili Brüksel listesinde sekizinci sırada yer aldı. Ancak eleştirmenler artık onun, Pudovkin’in ‘devrim üçlemesi’ndeki diğer filmleri St. Petersburg’un Sonu (1927) ve Asya’da Fırtına‘yı (1928) daha çok tercih etme eğilimindedir.
Yönetmen: Esfir Shub
1922 ile 1925 yılları arasında Esfir Shub, yaklaşık 200 adet ithal ve Çarlık dönemi filmini, Sovyet sinemaseverler için uygun hale getirmek üzere yeniden kurguladı. Bu süreçte, planların içeriği ile onların ritim ve tempolarına dair keskin bir hafıza geliştirdi ve bu becerisi, Şubat Devrimi’nin 10. yıldönümünü kutlamak için bir belgesel derleme görevi verildiğinde son derece hayati önem taşıdı.
Shub, Nikolay II’nin saltanatını belgelemek için atadığı ve sinemayı “boş, faydasız ve hatta zararlı bir eğlence” ve “sadece anormal bir insanın” sanat diyebileceği bir şey olarak görmesine rağmen görevlendirdiği resmi saray görüntü yönetmenleri tarafından çekilmiş olan arşiv görüntülerini inceleyerek iki ayını Leningrad’da geçirdi. Devrim Müzesi’nde araştırma görevlisi olan ve Nikolay’ın gerici yönetimini, I. Dünya Savaşı’nı ve Petrograd baharını açıklayan ara yazıları yazan Mark Tseitlin ile birlikte çalışan Shub, yaklaşık 60.000 metre selüloiti 1.500 metreye indirgeyerek kurguladı ve böylece aksi takdirde sonsuza kadar kaybolacak olan materyali korumuş oldu.
Yönetmen: Abram Room
1927’nin başlarında Litvanyalı yönetmen Abram Room, şair Vladimir Mayakovsky ile kısa belgesel Yahudiler Toprakta üzerinde çalışıyordu; ki Mayakovsky üçlü bir aşk ilişkisiyle (ménage à trois) kötü bir şöhrete sahipti. Ancak Room’un tartışmalı “üç kişi bir arada” hikayesinin kaynağı, senarist Viktor Shklovsky’nin gözüne çarpan, aynı çocuğun babası olduğunu iddia eden iki erkeğe dair bir gazete haberiydi.
Rusça başlığı Üçüncü Meşçanskaya‘nın da ima ettiği gibi, Room, Yeni Ekonomi Politikası (NEP) döneminde yükselen küçük burjuva materyalizmini (‘meşçanstvo’) eleştirmeyi amaçlıyordu. Ancak daha sonraki akademisyenler, ezilen ev kadını Lyuda’nın (Lyudmila Semyonova) hem inşaat işçisi kocası Kolya’dan (Nikolai Batalov) hem de kiracı matbaacı Volodya’dan (Vladimir Fogel) vazgeçmesi nedeniyle filmi feminist bir eser olarak sahiplenmiştir. Aslında Room, dramının hem ülke içinde hem de yurtdışında yasaklanmasına yol açacak olan, aşırı gevşemiş ahlaki standartları kınamayı hedeflemişti. Nitekim, filmin tam olarak nasıl yorumlanması gerektiğine dair çevreleyen tartışma, 1934’teki İlk Sovyet Yazarlar Kongresi’nde sanatta sosyalist gerçekçiliğin benimsenmesine katkıda bulunmuştur.
Yönetmen: Sergei Eisenstein
Ekim Devrimi’nin 10. Yıldönümü için sipariş edilen filmde Sergei Eisenstein bir destan hayal etmişti. Ancak tıpkı Potemkin Zırhlısı‘nda olduğu gibi, yardımcısı Grigorii Aleksandrov ile gazete haberlerini, arşiv görüntülerini ve John Reed’in Dünyayı Sarsan On Gün adlı kitabını didik didik ettikçe odağını daraltmak zorunda kaldı. Yine de en büyük ilham, Lenin’in bizzat katıldığı, 1920’de gerçekleştirilen görkemli bir halk canlandırması olan Kışlık Saray’ın Fethi‘ydi.
Yeni tarihsel gerçekler Eisenstein’ı Leon Troçki’yi filmden çıkarmaya zorladı, ancak Kremlin, eleştirmenler ve kamuoyu, Geçici Hükümet’in devrilişini yeniden canlandırmak için entelektüel montaj tekniğinin kullanılmasına direnç gösterdi. Aleksandr Kerenski, öğrenci Nikolai Popov tarafından canlandırılırken, çimento işçisi Vasili Nikandrov Lenin’i oynadı. İkisinin de daha önce oyunculuk deneyimi yoktu. Ancak filmin her yönüyle ilgili ‘biçimci’ hatalar bulundu ve bir eleştiri, filmi “müze tozuyla kaplı bir ölü nesneler yığınına” benzetti. Tarihin verdiği hüküm ise ona karşı biraz daha merhametli oldu.
Yönetmen: Boris Barnet
Boris Barnet komedileri söz konusu olduğunda, bu NEP dönemi satiri ile Anna Sten’li romantik komedi Şapkalı Kız (1927) arasında seçim yapmakta zorlanırsınız. Her iki film de konut kıtlığı teması üzerinden birbirine bağlanır. Trubnaya’daki Ev‘de, taşralı genç kız Paranya Pitunova (Vera Maretskaya) ördeğiyle birlikte Moskova’ya gelir. Eski bir köy komşusuyla kalacak yer bulması şansına sahiptir, ancak kuaför kiracılar Golikovlar (Vladimir Fogel ve Yelena Tyapkina) onu kendi hizmetçileri olarak sömürmeye çalışır.
Bu Sovyet versiyonu Sindirella’nın, kendini beğenmiş patronunun başrolde olduğu amatör bir Bastille Baskını temsili sırasında radikalleştiği sahne son derece komiktir. Bu olay, sendikalaşan Paranya’yı, Lenin’in “her aşçı devleti yönetmeye hazır olmalıdır” tezinin somutlaşmış hali haline getirme yolunda iter. Ancak Barnet, küçük burjuva bireyciliğiyle alay etmekle yetinmez. Aynı zamanda, kutsanmış montaj tekniğini hicvetmek için elindeki her avangart numarayı kullanır; bunu en çok da Eisenstein’la dalga geçen ve en iyi Hollywood slapstick’leriyle yarışan o muhteşem merdiven sekansında görürüz.
Yönetmen: Alexandr Dovzhenko
Aleksandr Dovjenko’nun ‘Ukrayna üçlemesi’ içinde Zvenigora (1928) ile Toprak (1930) arasında yer alan bu film, 1918 Kiev Ocak Ayaklanması üzerine doğrusal olmayan bir yansımadır. Devrimci ve milliyetçi duyguları aktarmak için montaj tekniğine diğer Sovyet filmlerinden daha az bel bağlar; bunun yerine, belgesel gerçekçilik ile şiirsel sembolizm arasındaki tezatların şekillendirdiği Goya tarzı bir dışavurumculuğa dayanır.
İtici hareket sekansları ile şaşırtıcı durgunluk anlarının ani yan yana gelişleriyle ve klişe ile karikatürü benimserken bazen çelişki ve kafa karışıklığından kaçınamayışıyla bu kurtuluş kutlaması, çarlığı devirmek uğruna yapılan fedakarlıkların çıplak dehşeti ile yumuşatılmıştır. Ajit-proptan ziyade daha avangart olan bu yapım, yaptığı gönderme ve benzetmelerle izleyiciden dikkat talep eder ve hem tema hem de içerik hakkında bolca tartışma alanı bırakır. Ancak, Timoş Stoyan’ın (Semyon Svaşenko) cepheden dönüp çocukların çektiği acılara ve burjuvazinin duyarsızca yozlaşmış yönetimine tanık olduktan sonra Bolşevizme yönelmesi gibi sahneler ve bir Kazak savaşçı heykelinin canlanması gibi imgeler, dönemin en ikonik görüntüleri arasında yer alır.
Yönetmen: Dziga Vertov
Dziga Vertov kendisini mekanik bir göz olarak görüyordu ve bu öz-düşünümsel kent senfonisini, bir kameranın lensi üstüne bindirilmiş bir göz görüntüsüyle sonlandırır. Daha önce Kino-Pravda (Sinema-Gerçek) haber filmlerini çekerken kendini devrimci gerçekliğe adamış olan Vertov, Walter Ruttmann’ın Berlin: Bir Büyük Şehrin Senfonisi (1927) adlı filminden o kadar etkilenmişti ki, Moskova, Kiev, Harkov ve Odessa’da iş ve eğlenceye dair gelip geçici izlenimleri yakalamak için kolları sıvadı.
Çoğu zaman tehlikeli yerlerde çekim yapan kardeşi Mihail Kaufman kamerayı kullanırken, editör eşi Yelizaveta Svilova, ana akımda ortalama çekim uzunluğu 11.2 saniyeyken, 2.3 saniye ortalama uzunluğa sahip 1.775 ayrı çekimi yan yana getirmek için yenilikçi bir dizi kurgu numarası kullanarak mutlak bir sinema dili yaratmaya yardım etti. Çağdaş izleyiciler, bu montaj tekniği ve onun ürettiği anlam karşısında şaşkına döndüler. Fakat Vertov’un bu başyapıtı, 2014’te Sight and Sound dergisinin tarihteki en iyi belgesel filmi seçkisinde bir numaraya oy alırken, 2022’de on yılda bir yapılan tüm zamanların en iyi filmleri anketinde dokuzuncu sırada yer aldı.
Yönetmenler: Grigoriy Kozintsev ve Leonid Trauberg
Ukraynalı yönetmenler Grigori Kozintsev ve Leonid Trauberg, Petrograd’ta Eksantrik Aktör Fabrikası’nı (FEKS) kurduktan bir yıl sonra, 1922 Eksantrist Manifestosu’nu yayınladılar ve bu manifesto, beşinci FEKS filmi olan Yeni Babil‘e temel oluşturdu. 1871 Komünü döneminde geçen film, tarihsel bir yeniden canlandırma sunmaktan ziyade, ‘zihinsel bir Paris’ yaratmayı amaçlar. Vsevolod Pudovkin, filmin adını taşıyan büyük mağazada konuk oyuncu gibi küçk bir rol olarak bir satıcıyı canlandırır. Bu mağazada Louise (Yelena Kuzmina), zenginlerin çılgın bir enerjiyle alışveriş çılgınlığı yapmasını izler; bu sahne, yakındaki bir müzikholdeki dansla tezat oluşturur. Louise, Fransa-Prusya Savaşı’nın hayal kırıklığına uğramış bir gazisi olan Jean’ı (Pyotr Sobolevsky) sever. Ancak Jean, onunla barikatlara katılmayı reddeder. Film, bu barikat çatışmalarını, Versailles’ta yapılan aristokratik bir piknikle paralel kurguyla (cross-cut) verir.
Dışavurumculuk ve gerçekçilik arasında gidip gelen Trauberg ve Kozintsev, Zola, Renoir ve Manet’nin ruhunu Marksist bir prizmadan kırarken, aynı zamanda D.W. Griffith ve Charlie Chaplin’e de göndermeler yapar. Dmitri Shostakovich’in bestelediği müzikle desteklenen bu emperyalizm, ahlaki çöküş ve fedakarlık üzerine güçlü deneme, hâlâ baş döndürücü derecede provokatiftir.
David Parkinson
https://www.bfi.org.uk’dan SinemaNova için çevrilmiştir.