Entelektüel bilincin ulaştığı sınırları zorlama ve edebiyatçıları keşfetme gibi iflah olmaz bir tutkusu vardır. Sık sık önemli kalemleri beyazperdeye taşımıştır, Stendhal’den Dostoyevski’ye, Moravia’dan Boorges’a kadar.
Bir süre sonra İtalya’ya sığamamaya başlar; geniş coğrafyaların, geniş toplulukların yönetmeni olmayı seçmiştir. Sineması sadece İtalyan değildir artık; büyük sahalarda hareket kabiliyetini geliştirerek tüm insanları hedefler; Son İmparator gibi, Küçük Buda gibi…
Sinemadaki özel efektler ve hileler çok uzaktır ona. Zaman, yüzler, mekanlardır en gözde malzemesi. Senaryoda da her zaman açık kapı bırakır oyuncuya; özgün, doğaçlama, sıcacık bir yorum adına. Sette heyecanları ateşlemedeki mahareti de cabası.
Seyircinin duyguyu, heyecanı, lafı hemen benimseyeceği filmlerin peşindedir daha ilk günden beri…
Ünlü şair ve edebiyat eleştirmeni Attillio Bertolucci’nin, 16 Mart 1941 doğumlu oğlu Bernardo’nun küçüklüğü taşrada geçer ama, böyle bir babanın yanında iyi eğitim alma şansını yakalamıştır. Sahip olduğu bir 16 mm.’lik kamerayla ilk kısa metrajlıları Teleferik ile Domuzun Ölümü’nü 16 yaşında çekmiştir bile.
Ailesiyle Roma’ya göç edince birden fikir değiştirir ve Edebiyat Fakültesi’ne yazılır; babasının yolundan giderek şiire merak sarmıştır. Bu çabanın sonucunda, Gizemin Peşinde adlı ilk kitabıyla 1962’de Viareggio Ödülü’nü kazanır. Ancak, başarıya karşın sinema daha ağır basmaya başlamıştır.
Aynı yıl üniversiteden ayrılır ve babasının arkadaşı, kapı komşuları Pier Paolo Pasolini’nin Accattone (Dilenci) adlı filminde yönetmen asistanlığı yapar. Bir yıl sonra genç Bernardo bu kez tek başına kameranın ardındadır ve Tonino Cervi’nin yapımcılığında Pasolini’nin öyküsü Korkunç Orakçı’yı, ya da diğer adıyla Azrail’i (La Commare Secca) yönetir. Bir ilk film olarak, başarılı korku atmosferi ve temiz anlatımıyla hayli başarılı bulunur Korkunç Orakçı.
Eleştirmen sütunlarında sınıfı geçmiştir film ama, sinemaya tanıdıkları yardımıyla ana kapıdan girmesi camiada hiç hoş karşılanmamıştır ve yıllarca da bu damgayı silememiştir Bertolucci.
1964’te kafasındaki ideolojik sorulara yanıt aradığı ikinci filmi Devrimden Önce’yi (Prima della Rivoluzione), iki yıllık bir ön hazırlıktan sonra yönetir ve Cannes’da eleştirmenlerden ödül alır. 1968 tarihli Partner’de (Il Sosia) yine aynı konuyu sorgularken, bu dönemde Petrol Yolu (La Via del Petrolio) adlı belgeseli çekerek, Sergio Leone için Bir Zamanlar Batı’da’nın (C´era una volta il West) öyküsünü Dario Argento’yla birlikte kaleme alarak değişik kulvarları da dener...
30’lu yaşların başında tanınan bir yönetmendir artık. Gerçeküstü bir öyküyle ürettiği Örümceğin Öpücüğü’nden (La Strategia del Ragno) başlayarak görüntü yönetmeni Vittorio Storaro’yla çok verimli ürünler verecek işbirliğine girişmiştir.
70’li yıllara girerken de Bertolucci, Konformist’le (Il Conformista) uluslararası alanda adını duyurmuş, Alberto Moravia’nın kitabından yazdığı bu filmin senaryosuyla Oscar’a aday gösterilmiş bir isimdir…
1972’de Bertolucci manşetlerdedir. Marlon Brando’yla çektiği Paris’te Son Tango (Ultimo Tango a Parigi) büyük tepki görür, ‘cinsel dürtüleri azdıran, ahlak dışı, müstehcen’ olduğu gerekçesiyle sansüre uğrar.
İtalyan Cumhurbaşkanı’nın müdahalesiyle filmden bir kopya saklanabilirken, bu yapıtla Oscar’a aday olan sanatçı iki ay hapse ve ahlak dışı bir işe imza attığı gerekçesiyle beş yıl boyunca oy kullanamama cezasına çarptırılır. Yönetmenin altıncı filmi olan Paris’te Son Tango ancak 1987’de sansürsüz gösterilebilme olanağına kavuşur.
Kötü günler geçiren Bertolucci, 20 yüzyılın ilk yarısında, iki farklı sosyal sınıfa ait gencin özelinde İtalya’nın yarım yüzyıllık geçmişini, masalsı dille Novecento’da anlatmak için setlere döner ve Burt Lancaster ile Donald Sutherland gibi iki dev ismin yanında ‘genç’ Robert De Niro, Gerard Depardieu, Stefania Sandrelli’yi de oynatır. Altı saat 15 dakika uzunluğundaki film yüzünden yapımcılarla sorunlar yaşar. Sonunda bir miktar kesip biçerek gösterime sokar Novecento’yu.
Ardından gelen, Venedik Film Festivali galibi Ay (La Luna) ile Gülünç Bir Adamın Trajedisi (La Tragedia di Un Uomo Ridicolo) gişede ve basında olumlu karşılanmazken Bertolucci yüzünü ilk büyük prodüksiyonu Son İmparator’a (L’Ultimo Imperatore) çevirir.
Dokuz dalda Oscar’a aday olan Son İmparator dokuzundan da heykelcik kazanarak (film, yönetmen, senaryo, görüntü yönetmeni, montaj, müzik, dekor, kostüm, ses) tarihe geçer. İtalya’da dokuz David di Donatello ile dört ‘Nastri d´Argento’ ödülü, Fransa’da da en iyi yabancı film Cesarı’nı da kazanan Bernardo Bertolucci bundan böyle uluslararası bir fenomendir; yapıtı da dünya pazarında tüm zamanların en fazla gişe yapmış İtalyan filmi…
Para bulması kolaylaşmıştır; arka arkaya Paul Bowles’ın kitabından Çölde Çay’ı (Il Te Nel Deserto) ve de o dönem Batı’da hayli moda olan Budizm’i ateşleyecek Küçük Buda’yı (Piccolo Buddha) yapar.
1996’da ise İtalya’ya dönüp cinselliğin keşfine çıkmış bir kızın öyküsü Çalınmış Güzellik’i (Io Ballo Da Sola) enfes Toskana görüntüleriyle süsler. İki yıl sonra sıra Teslimiyet’tedir (L’Assedio).
Çekmecesinde sürekli bir dolu projeyle yaşayan Bertolucci yapımcılığı da dener ve 2000’de Clare Peploe’nun yönettiği Aşkın Zaferi’nin (Trionfo Dell’Amore) senaryosunu yazıp, yapımcılığını üstlenir. 2001’de ise Laura Betti’nin belgeseli Pier Paolo Pasolini: La Ragione di Un Sogno’da kameranın karşısındadır.
2003’te ise ‘68 kuşağıyla ilgili notlarını gözden geçirip Düşler, Tutkular, Suçlar’ı (The Dreamers) yapar ve Cannes’dan büyük ödülle eve döner. Film, uçlarda eleştiriler alır. Başyapıt olarak değerlendiren de vardır, kurnaz bir nostalji operasyonu şeklinde yorumlayan da… Tıpkı 2012 tarihli Sen ve Ben için yazılanlar gibi...
CUMHUR CANBAZOĞLU
www.sinemamuzik.com'dan alınmıştır.