18 Haziran 2022
286 Okunma
Çek toprakları Avrupa’nın, Batı’nın ve modernitenin oluşturduğu tüm çatışmaları tecrübe etmiştir. 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa’nın dinsel çatışmalarının mücadele alanıydı. 19. yüzyılda çatışan milliyetçiliklerin yer aldığı bir sahneydi. 20. yüzyılda ise Avrupa’nın en doğulu demokrasisinin beşiği (1918-1938) ve komünizmin en batılı ileri karakol mevkii (1948-1989) olmuştur. Nazi işgali, soykırım, savaş sonrası üç milyon Alman’ın etnik olarak yeniden tanımlanmış bir devletin sınırları ötesine ‘nakli’, Stalinizm, ‘insani bir sosyalizm’, ‘olağanlaşma’, ‘muhalefet’ ve bu olayların gölgesinde gelişen, bazen sansürlenen Çek Sineması.
Avusturya-Macaristan topraklarında bulunan Çekoslovakya’ya 1896 yılında Lumiere’lerin bir temsilcisinin sinematografı getirmesiyle Çek sineması başladı. Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber Çek Sineması ‘nda üretim artarken ulusal edebiyat ve tiyatrodan etkilenildi. 1920’ler popüler romanlardan yapılan başarısız uyarlamalarla geçti.
İkinci Dünya Savaşı öncesi Çekoslovakya, diğer ülkelerin reddettiği tüm sığınmacıları, özellikle Yahudi kökenli Almanları, vize veya herhangi bir özel belge istemeden kabul etmişti. Çek ve Alman kültürleri arasındaki bağlılıkla da ilgili olarak, ağır siyasal iklim nedeniyle Prag’daki ve Almanya’daki yazarlar ve sanatçılar dayanışma içinde olmuş, Prag’da değişik görüşlerin olduğu geniş bir yelpaze oluşturmuşlardı. Prag, faşizm karşıtlarının güçlerini eyleme dökmek üzere birleştikleri en önemli tarihsel güzergâha dönüşmüştü. Faşizm karşıtı birleşmeyi güçlendirmek için tiyatro, konferans, sergi gibi etkinlikler düzenlenmiştir. Filmlerde bu konular işlenmişti.
1939’da Münih Paktı’nın imzalanmasının ardından çok sayıda sinemacı yurtdışına gitti. İkinci Dünya Savaşı sonunda Alman işgalinden kurtulup SSCB güdümünde sosyalist bir halk cumhuriyeti haline gelen Çekoslovakya’da film endüstrisi, 11 Ağustos 1945’te Sovyet modeline uygun olarak devletleştirildi. Devlet yatırımı ve kesintisiz desteğinin avantajlarına karşın sinema, siyasal propagandanın en önemli ögelerinden biri oldu. Bu dönemin filmlerinde Nazi işgali ve işgale karşı direniş gibi belli temalar işlendi. Çek belgesel filmleri hareketliliği oldu. Ülkede toplumsal gerçekliğin çelişkilerini, temel sorunlarını ve yozlaşan değerleri ele alan filmlerin yapılabilmesi için batı ile doğu arasındaki buzların çözülmesini beklemek gerekti.
Çekoslovakya’da 60’lı yıllar, bir düşünce ve sanat hareketine dönüştü. Prag Baharı ile özgürleştirici, heyecan verici ve anti-ideolojik bu süreç taçlandırılmış oldu. Prag Baharı, 1968’de Sovyet ve Varşova Paktı üyelerinin tanklarının Prag’a girmesiyle sona ermiştir. 1969’un sonunda rejimin sertleşmesiyle sinemacılar ülkelerini terk etmeye başlamışlardır.
Kısa ömürlü olmakla birlikte sinemada yeni bir dalga, altmış ortalarından itibaren Çekoslovakya’yı Prag Baharı’na taşıyan rüzgarlardan biri olmuştu. Sinema sanatçıları 1968 olaylarını besleyen kültürel ve politik etkinliğin öncüleri oldular. Prag Baharı’nın bastırılması, bu özgürleştirici kültürel akıma da son verdi.
Yeni Gerçekçilik ve Cinema Verite, Çek sinemacılara etki eden unsurlar arasındaydı. Stüdyonun dışında, gerçek mekânlarda çekim yapmaya özen gösterdiler, amatör oyunculara yer verdiler. Akımı benimseyen yönetmenler sosyalist gerçekçilikten uzaklaşarak rejimin aksaklıklarını döneme uygun bir mizahla yermeye ve hemen kapının dışındaki iç karartıcı sosyal gerçekliğe ilişkin sert analizler yapmaya yöneldiler.
70’li ve 80’li yıllar, tüm Doğu Bloku ülkelerinde olduğu gibi Çekoslovakya’da da rejimin son bulması için yapılan çabalarla ve bu çabaların sert bir biçimde bastırılmasıyla geçti. Ve buna bağlı olarak; ekonomik yetersizlik, Doğu Blok’unun dünyanın bilgi devriminin dışında kalmış olması, komünist sistemin ideolojisindeki erozyon ve bu nedenlerden dolayı Gorbaçov’un getirdiği ‘açıklık’ ve ‘yeniden yapılanma’ politikaları 1989’da rejimin son bulmasına neden oldu. Çekoslovakya, halkın baskısıyla Komünist Parti’nin Yurttaşlar Forumu ile koalisyona girmeyi kabul etmesi süreciyle başlayan Kadife Devrim’le yeni düzene geçti. 1996’da toprakları ikiye bölündü; Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak iki farklı cumhuriyet oluştu.
Yeni düzende siyasal sansür kaldırıldı ama piyasa ekonomisine geçiş, sinemaya devlet desteğinin kesilerek yerli film üretiminde büyük bir düşüşe yol açtı. Çek Cumhuriyeti’nde yapımcılığın desteklenmesindeki düşüş çok sayıda araç ve gereci atıl durumda bırakırken stüdyo mekânları ve hizmetleri batılı film ve televizyon şirketlerine kiralanarak çöküş engellenmeye çalışıldı. Giderek daha fazla ortak yapımlara bağımlı hale gelindi. Film yapımının standartlaşıp homojenleşmesi, sonuçta bireysel yaratıcılık ve ulusal özgünlüğe yönelik bir tehdit riskini de birlikte getirdi. Günümüzde Çek sanatçıların karşılaştığı yaratıcılık sorununu, yönetmen Jan Sverak, “Artık ortak bir düşman yok, kime karşı savaşacağımızı bilmiyoruz” diye yorumluyor.
Çek canlandırma sineması 1945’ten itibaren bu alanda en önde gelen bir sinema olarak kendini kabul ettirmiştir. Çekler bu sanatta kukla ve oyuncak gibi mahalli imkânları kullandılar ve bu türde mutlaka orijinal olmanın çarelerini aradılar. Jiri Trnka Sinema literatüründe ‘Doğu’nun Walt Disney’i’ olarak anılan animasyon ustası ve Jan Svankmajer çamur ustası gibi isimler yetiştirmiştir.
Çek Sinemasının beğeniyle izleyebileceğiniz 10 filmi aşağıdaki gibidir.
Çekoslovakya yeni dalgasının başyapıtlarından biri. Arnošt Lustig’in otobiyografik romanı Karanlıkta Gölge Yok’a dayanan onları bir toplama kampına götüren bir trenden kaçan iki erkeğin hikâyesini anlatıyor. Yolda yaşadıkları olaylarla birlikte hayal ettikleri anları da seyirciye göstererek sürrealisttik bir havaya bürünen film çok diyaloğu olmaması ve yakın plan çekimleriyle etkileyici bir film olmayı başarıyor.
Kuşak çatışmasına, çek kültürüne ve sosyalist düşünceye absürt bir mizahla yaklaşan komedi-dram tarzı klasikleşmiş bir çek filmi. Aynı zamanda 68 olayları öncesi yaşanan zorluklara, baskıya ve fikir ayrılıklarını iki aile üzerinden zıtlaştırarak kendine has yaklaşımıyla eğlenceli bir şekilde işlemekte.
“11 dakikalık filminde resim ve plastik sanat aracılığı ile insan ilişkilerini üç yönlü araştıran yönetmen, nesnel, tutkusal ilişkiler yanı sıra, insanların birbirini yiyişi (insan insanın kurdudur) konusunu da şaşırtıcı güçle işliyor. Hiçbir ticari amaç güdülmeyen bu sanat yapıtının gerçek bir yaratıcılık olduğunu belirtmek gerekir.” Diye bahsediyor Tezer Özlü. Altın ayı ödüllü bu kısa film çek canlandırma sinemasının en iyi örneklerinden. Sonsuz Diyalog, Tutkulu Diyalog ve Yorucu Diyalog isimli üç bölümden oluşun bu kısa film iletişimsizliği farklı açılardan ele alarak etkili görselleriyle birlikte çek canlandırma sinemasının gücünü gösteriyor.
Jan Svěrák ve babası Zdeněk Svěrák işbirliği olan Yabancı dilde en iyi film Oscar’ı ve Altın Küre ödülü gibi birçok ödülü kucaklamayı başaran Çek sinemasının en bilinen filmi. Senaristliğini ve başrolünü üstlenen Zdeněk Svěrák bu filmde birçok övgüyü hak ediyor. Orkestradaki işini kaybedince para kazanmak için cenazelerde çalmaya ve mezar taşlarını boyamaya başlamış huysuz ve yaşlı bir adamın hiç hesapta yokken torunu yaşındaki bir çocuğa bakmak zorunda kalmasını ve bu ikili arasındaki ilişkiyi konu ediyor film.
Yine baba oğul işbirliği olan bu filmin orijinal hikâyesinde hem benzer bir okulun öğrencisi olan hem de eski bir öğretmen olan Zdeněk Svěrák kendi deneyimlerinde bolca yer veriyor bu filmde. Savaş sonrası çocuk ve toplum psikolojisi gerçekçi bir şekilde ele alan film iki rol model ortaya koyuyor. Biri savaşta bizatihi yer almış, gazi olmuş ama bunu oğlundan gizleyen bir baba, diğeri savaşta yer almamasına rağmen öğrencilere kendisini bir kahraman gibi sunarak etkileyen öğretmen.
1963’te vizyona giren Something Different, Çek Yeni Dalgası’nın ilk filmlerinden biri ve Chytilová’nın ilk uzun metrajlı filmi. Filmin konusu erkeklerin hakim olduğu dünyada kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, farklı statülere sahip iki kadının paralel ilerleyen hikayeleri. Bir tarafta tüm gününü evde çocuk bakarak ve ev işleriyle uğraşarak geçiren ama tüm bu uğraşları için takdir edilmeyen bir ev kadını; diğer tarafta emekli olmadan önce son yarışını kazanmak için hazırlıklara başlayan ama antrenörünün aşırı baskısı sebebiyle motivasyonunu kaybeden bir jimnastikçiyi izliyoruz. Çekoslovak jimnastikçi karakteri çekimleri için gerçek hayatta Olimpiyat altın madalyalı Eva Bosáková’nın bir yarışma hazırlanmak için antrenmana katıldığı anları belgesel tarzında filmle birleştiriyor Chytilová.
Çek yeni dalgasının önemli yönetmenlerinden Jiri Menzel’in yabancı dilde en iyi film Oscar’ı aldığı filmi. Senaryosu Bohumil Hrabal’ın romanına dayanıyor. Konusu İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına yaklaşıldığı bir dönemde Çekoslovakya’da tren istasyonunda hareket memurluğu yapan Milos Hrma’nın erkeklik hezeyanları etrafında şekilleniyor. Filmdeki olaylar Milos’un gözünden anlatıldığı için üzerine bomba düşen bir evden ziyade, cinsellik ile ilgili olaylar daha ilgi çekiciymiş gibi aktarılıyor. Bu sayede savaşın normalleşmesini filme küçük ve zekice ayrıntılarla değiniyor yönetmen.
Věra Chytilová tarafından yazılan ve yönetilen1966 Çekoslovak komedi-drama sürrealist filmidir. Genel olarak Çekoslovak Yeni Dalga hareketinin bir kilometre taşı olarak kabul edilen bu film, her ikisi de garip şakalar yapan Marie adlı iki genç kızı takip ediyor. Belgeselci bir anlayışla başladığı film serüvenine gerçeküstücü bir perspektiften devam eden ve sinema dünyasında baskın olan erkek bakışına feminist bir alternatif oluşturan Vera Chytilová; kadının toplumda var olma yollarını absürt ve sinema tekniklerini zorlayan bir boyuttan ele alır bu filminde. Çek Yeni Dalgası’nın absürt mizah anlayışını bir tür silaha dönüştürerek kapitalizmin ve erkek egemen toplumun burjuva değerlerinin eleştirisine imza atıyor.
Film iki ayrı zamanda geçiyor. Açılışında 1950lerde Çekoslovakya’da bir hapishanede yatan ve eski bir SS doktoru tarafından tedavi edilen pilotun yaşadıklarını anlatıyor. İkinci kısım ise hapishanede tedavi gören pilotun 1939’da Çekoslovakya Nazilerce işgal edilince İngiltere’ye kaçmasını ve Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne katılıp Almanlara karşı savaşını gösteriyor. Bu kısımda daha çok zor da olsa İngiliz yaşam tarzına alışan, her an ölümle burun buruna gelen ve aynı kadına âşık olan iki arkadaşın öyküsünü anlatıyor.
Türkçeye Yalnızlar olarak çevrilen bu komedi filmi 1990’ların sonlarında büyük bir şehirde 23 ila 33 yaşları arasındaki yedi gencin yaşadıkları ilişkileri farklı yorumlamasını, Bunu yaparken ki çatışmalarını, birbirlerine duygusal olarak bazen de saplantılı olarak bağlanışlarını ama bunun onları bir şekilde yine yalnızlığa geri götürüşü konu alıyor.
Bircan Solmaz
www.bagimsizsinema.com’dan alınmıştır.