2. Dünya Savaşı’ndan önce Belçika’da doğan Varda, ailesini, çocukluğunu ve çocukluğunun geçtiği dönemi bizlere anlatırken; bir yandan da onun hayatıyla birlikte çevresindeki insanların hayatları da belgesele ortak oluyor. Kendi hayatını anlattığı belgeselde bile çevresindeki insanların geçmişten şimdiye uzanan süreçteki değişimlerine yer veren yönetmen, yaşı ve kariyeri gereği pek çok önemli ana tanıklık ettiğinden dolayı bu önemli olayları da bize ilk elden aktarmayı ihmal etmiyor. Fransız Yeni Dalgası’nın büyükannesi olarak anılan Varda, o dönemi ve yakın arkadaşları Chris Marker, Alain Resnais ve Jean-Luc Godard’ı yine kendine has üslubuyla anlatıyor. Sonrasında da ölen eşi Jacques Demy ile tanışmasına, Amerika’daki yaşantılarına ve döndüğünde Fransa’da gerçekleşen toplumsal olaylara yer veriyor.
Varda hikayesini anlatırken bir yandan da bütün hikaye basit dekorlarla bizlere de görsel olarak aktarılıyor. Belgesele gerçeküstü bir biçim katan bu dekorlu anlatım, öte yandan da Varda’nın hayal gücünü gözler önüne seriyor. 80. yaşını böylesine fantastik bir projeyle kutlayan ve seyircilerle paylaşan usta yönetmen, belgeselin sonunda bizlere ufak bir sürpriz yapmaktan da geri durmuyor. Varda’nın her zamanki yaratıcılığının ve şirinliğinin yanında, hüzün ve melankolinin de hakim olduğu Agnes’in Plajları; yönetmeni daha yakından tanımak isteyenler için mükemmel bir fırsat. Yönetmeni sevenlerin kesinlikle kaçırmaması gerekir.
Barış Saydam
www.avrupasinemasi.com'dan alınmıştır.