17 Aralık 2022
233 Okunma
Bu yıl 75.si düzenlenen Cannes Film Festivali’nde, Kore ve Japonya’nın son yıllarda dünya sinemasında daha da çok konuşulmasını sağlayan iki efsane yönetmeninin filmleri çok konuşuldu: Park Chan Wook ve Hirokazu Koreeda. Park Chan Wook’un yönettiği Decision to Leave (Ayrılık Kararı) ile “En İyi Yönetmen” ödülüne sahip olurken, Hirokazu Koreeda imzalı Broker da Kore’nin sevilen usta oyuncusu Song Kang Ho’ya “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü getirdi. Bu yazımızda, yılın filmlerinden Broker’ı izlemeden önce Koreeda sinemasını tanımak isteyenler için detaylı bir rehber hazırlamak istedik.
Başlamadan önce Hirokazu Koreeda sinemasını kısaca özetlersek; yönetmenin sıklıkla sıradan insanlar ve hayatlarını konu alan, son derece gerçekçi ve izlemesi keyifli filmlerinden oluşur. Yönetmen bu sıradan insanları çoğunlukla sıra dışı ailelerden seçer: Bu aileler birbiriyle kan bağı olmayan ancak sonsuz bir sevgiyle birbirine bağlı bireylerden oluşabileceği gibi; aralarında kan bağı olmasına karşın birbirini bilerek ya da bilmeden kırmış veya kırmaya devam eden bireyleri de kapsıyor olabilir.
Filmlerinde kast seçimini çoğunlukla geçmiş filmlerinde de uyumlu çalışmış olduğu oyunculardan yana kullanan yönetmen, Kirin Kiki, Lily Franky, Hiroshi Abe, Susumu Terajima ve Yui Natsukawa gibi pek çok ünlü oyuncu ile birden fazla film çekmiştir. Filmlerini sade ve tarafsız bir anlatımla çeken Koreeda; hikayelerinde kimseyi yargılamaz ya da cezalandırma yoluna gitmez. Bize sadece kişilerin eylemlerini ve sonuçlarını gösterir; karakterler toplumsal ve ahlaki değerlerin dışında davransa da olayların yorumlanmasını seyirciye bırakır. Çoğunlukla büyük şehirlerdeki küçük hayatları konu alır, ülkesini ve kültürünü dünyaya başarılı şekilde tanıtır. Dingin hikâye anlatıcılığı ve aile temasını sıklıkla işlemesinden ötürü “Yasujiro Ozu’nun Veliahtı” olarak anılan yönetmen, son dönemde Japon Sineması’nın dünyaya sunduğu en büyük değerlerdendir.
Hirokazu Koreeda 1962 yılında Nerima, Tokyo’da dünyaya geldi. Sinemaya olan ilgisi çocukluk yıllarına dayanmaktadır; küçük yaştan itibaren annesi ile filmler izleyerek büyümüştür. Waseda Üniversitesi’nde eğitimini tamamladıktan sonra bir TV kanalında belgesel yardımcı yönetmeni olarak çalışmış ve sonrasında kendi belgesellerini çekmiştir. 1995’te Maboroshi No Hikari (Maborosi) ile Venedik Film Festivali’ne katılan yönetmen Golden Osella kazanarak dikkatleri üzerine çekmiştir. 1998 yapımı Wandafuru Raifu (After Life) ve 2001 yapımı Distance filmleri ile prestijli film festivallerinden ödüller ve adaylıklar ile dönmüş olması uluslararası arenada tanınırlığını arttırmıştır.
2005’te vizyona giren Daremo Shirenai (Nobody Knows), annelerinin yokluğunda kendisi ve üç kardeşinin bakımını üstlenen Akira’yı konu alır. Gerçek bir hikâyeden uyarlanan filmde hayalperest, çocuksu ve sorumsuz bir annenin hiçe sayarak yaşadığı dört çocuğun sancılı büyüme hikayesine tanık oluruz. Tokyo’nun zorlu dünyasında birbirinden başka hiçbir şeye sahip olmayan ve bunu kaybetmemek için her şeyi göze alan kardeşlerin gözünden sevgisizliğin, sahipsizliğin ve çaresizliğin en acımasız yüzüyle karşılaşırız. Yönetmen sade, tarafsız ve etkileyici tarzıyla hikâyeyi sunarken; sürecin çocuklar üzerindeki etkisini küçük detaylar üzerinden başarılı bir şekilde aktarmıştır. Akira’yı canlandıran Yūya Yagira Cannes’dan ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülü ile dönerken, bu kategoride ödül kazanan ilk Japon oyuncu olmuştur.
2006 yapımı Hana Yori Mo Naho (Hana) filmi ileKoreeda alışageldiğimiz dönem filmlerinden oldukça farklı bir deneyim sunar; nitekim babasının intikamını almak ve klanının onurunu korumak isteyen genç Aoki Sozaemon, izleyiciye izlemeye aşina olduğumuzdan çok farklı bir samuray profili çizmektedir. 2008’e geldiğimizde yönetmen ünlü çalışmalarından Aruitemo Aruitemo (Still Walking) ile seyircinin karşısına çıkar. Sıcak bir yaz gününde Yokoyama’ların aile ziyaretine tanıklık ederiz; film ilerledikçe karakterleri daha da yakından tanır ve onlarla empati kurmaya başlarız. Aile bireyleri arasındaki çatışmalara rağmen kan bağının birleştirici gücünün, ebeveynlerin çocukları üzerindeki beklentilerinin zorlayıcı etkilerinin, yası sessizce yaşamanın ve aradan geçen uzun yıllara rağmen başa çıkamamanın, ‘ideal’ olmadıkça toplumun takdirini kazanamamanın öyküsüdür Still Walking. Nitekim Asya Film Ödülleri’nden “En İyi Yönetmen” ödülü ile dönmüştür.
Koreeda 2009’da Kuki Ningyo (Air Doll) adlı fantastik-draması ile karşımıza çıkar; yalnızlığı ve insan olmanın anlamını sorguladığı filmiyle IndieWire’ın 2018’de yayınladığı “21. Yüzyılın En İyi Japon Filmleri” listesine girmeyi başarmıştır. 2010’da Japon TV kanalı NHK için 4 bölümlük korku serisi Ayashiki Bungo Kaidan (Kaidan) için bir bölüm çeken yönetmen, 2011’de Kiseki (I Wish) ile alıştığımız tarzdaki aile filmlerine geri döner. Kahramanlarımız Koichi ve kardeşi Ryunosuke’nin anne babalarının ayrılığı sonrası farklı ebeveynlerle yaşamayı tercih etmesi, iki kardeşin arasına büyük bir mesafe koyar. Kardeşini ve eski hayatını çok özleyen Koichi, bu büyük dileğini gerçekleştirecek bir yol keşfeder; kardeşi ve arkadaşları ile de görüşebileceği bir gezi planlar. Çocuk gözünden izlediğimiz bu sıcak ve büyüleyici hikâye San Sebastian Film Festivali’nden “En İyi Senaryo” ödülü ile dönmüştür. Yönetmen gerçek hayatta da kardeş olan iki oyuncuya başrolleri teklif ederek doğal bir sinerji ve samimi bir performans yakalanmıştır.
2012’de 10 bölüm olarak yayınladığı Going My Home isimli televizyon dizisi her bölümüyle yönetmenin duru ve dingin dünyasından kesitler sunarken; bölümler ilerledikçe Tsubai ailesini derinlemesine tanır ve sırlarını beraber keşfederiz. Cast seçiminde önceki filmlerinden aşina olduğumuz isimlere yer veren (YOU ve Hiroshi Abe’nin Still Walking’dekini hatırlatan ağabey-kız kardeş sinerjisi gibi) yönetmen, benzer sıcak atmosferi yaratırken; mevcut karakterlerin gelişimleri ve yeni karakterlerin de katılımıyla giderek zenginleşen bir hikâye sunmaktadır.
2013 yılında Soshite Chichi Ni Naru (Like Father, Like Son) ile sinemaya dönen Koreeda, şiirsel ve yalın diliyle çözülmesi zor bir aile krizine el atar; birbirinden gece ve gündüz kadar farklı Nonomiya ve Saiki ailelerini karşı karşıya getirir. Hastanede çocuklarının karışmış olduğunu altı yıl sonra tesadüfen öğrenen aileler, bundan sonraki süreçte nasıl davranacağını kestiremez; bir yanda yıllardır emek ve sevgiyle büyüttükleri, ancak aralarında hiçbir kan bağı olmayan oğulları, diğer tarafta kendi kanlarından olmasına karşın onlara yabancı olarak büyümüş “gerçek” oğulları… “İdeal ebeveyn nasıl olunur, mükemmel çocuk nasıl yetiştirilir?”, “Çocuklarımızı yetiştirirken dayattığımız gerçek dışı beklentiler onlar üzerinde nasıl etkiler yaratır?”, “Kan bağı sevgi için ne derece önemlidir?” gibi zor sorular soran yönetmen, her zamanki tarafsız tutumu ve konuyu çok yönlü işleyişi ile izlerken düşündürür.
2015 yılına geldiğimizde Koreeda karşımıza kalbimizi ısıtacak yeni bir aile draması ile çıkıyor. Umimachi Diary (Our Little Sister) büyükannelerinin evinde yaşayan üç kız kardeşin, uzun yıllardır görüşmedikleri babalarının cenazesinde karşılaştıkları üvey kız kardeşlerini evlerine davet ederek hayatlarına dahil etme hikayelerini anlatır. Film boyunca dört kız kardeşin gündelik hayatlarından kesitler izleriz ve birbirlerine sundukları koşulsuz sevgiye tanık oluruz. Geçmişte yaşanan tatsız olaylara ve terk edişlere rağmen, kardeşler mutluluğu ve huzuru seçer; yaralarını birlikte sararlar ve geleceğe umutla bakarlar. Yönetmen bu filminde de kan bağları ve aile kavramının önemini irdeler ve toplumdaki yerini sorgular.
2016 yapımı Umi Yori Mo Mada Fukaku (After The Storm) ile yeniden “aileden uzaklaşmış baba” temasını işleyen yönetmen, bu sefer babayı hikâyenin merkezine koyar ve olayları onun gözünden yorumlayarak empati kurmamızı sağlar. Baş karakterimiz Ryoto sevmediği bir dedektiflik işiyle geçinmektedir; kazancının büyük bir kısmını kumarda kaybetmekte ve ödeyemediği nafakalardan ötürü oğluyla görüşememektedir. Gençliğinde kazanmış olduğu edebiyat ödülü dışında hayatı başarısızlıklarla doludur; yeni bir kitap yazarak ve eski eşiyle barışarak yeniden mutlu olacağını düşünür. Yönetmen büyük şehrin acımasız dünyasında hırpalansa ve hasar da görse, ailenin ve koşulsuz sevginin iyileştirici gücünü bir defa daha bizlere gösterir.
2017 yılına geldiğimizde Sando-Me No Satsujin (The Third Murder) ile uzun süredir çekmekte olduğu huzur dolu aile dramalarına ara veren yönetmen; sıra dışı bir suç filmi ile karşımıza çıkar. Avukat Shigemori ve cinayet davasında idam ile yargılanan müvekkili Misumi’yi konu alan yapım, konu ilerledikçe izleyicinin kafasını karıştıran çetrefilli bir senaryoya ve ilginç diyaloglara sahip. Hukuk sistemini ve adalet kavramını eleştiren yönetmen, avukat bir arkadaşının anlattıklarından yola çıkarak bir mahkeme gerilim öyküsü yazmak istediğini belirtmiş ve hikâyeyi “Bir avukat gerçekten gerçeği bilmeye başlamak isterse ne olur?” spekülasyonuna dayandırmıştır.
2018 yılında Manbiki Kazoku (Shoplifters) ile özlediğimiz sıcak aile dramalarına dönen yönetmen, konuyu tekrar “kan bağına” getirir ve bir ailenin var olması için kan bağının gerçekten de gerekli olup olmadığını sorgular. Geçimini marketlerden bir şeyler çalarak sağlayan; birbirleriyle akrabalık bağları olmamasına karşın aynı çatı altında huzur ve sevgiyle yaşayan bir “aile”nin, yardıma muhtaç bir kız çocuğunu da aralarına alması ile zenginleşen hayatlarını konu alır. Yönetmen her zamanki tarafsız tutumu ile hikâyeyi sunarken; devasa gökdelenlerin arasında ufacık kalmış bu derme çatma kulübede yaşananların yorumunu seyirciye bırakmakta: “Evimiz doğduğumuz yer mi, yoksa doyduğumuz ve huzur bulduğumuz mu?”, “Anne-baba olabilmek için kan bağı yeterli midir? Çocuğunun duygusal ihtiyaçlarını karşılayamayan bir kişi, sadece arada kan bağı olduğu için ebeveyn olmalı mıdır?” “Bir aile toplum ve ahlak değerlerine aykırı şekilde yaşarsa mutlu olabilir ve ayakta kalabilir mi?”. Cannes’dan Palme d’Or ile dönen ve ülkesini Akademi Ödülleri’nde de aday olarak temsil eden film, yönetmene ve ekibine diğer global festivallerde de ödüller ve adaylıklar kazandırmıştır.
2019’da vizyona giren La Varite (The Truth) yönetmenin ülkesi dışında çektiği ve alışageldiğimiz oyuncu kadrosunun dışına çıktığı; Catherine Deneuve, Juliette Binoche ve Ethan Hawke gibi yıldızlarla, bolca “Fransız” havası katılmış bir aile draması. Film anılarını yayınlamak üzere olan usta oyuncu Fabienne ve kızı Lumir arasındaki yüzleşmeyi ele alıyor; hayat boyunca yapılan seçimlerin ve yarattıkları kırgınlıkların hesaplaşmasını anlatıyor.
2020 yılında Arimura Kasumi No Satsukyu (A Day of Kasumi Arimura) dizisinin yapımında farklı yönetmenler ile çalışan Koreeda; 2021 yılında çektiği The Center Lane With Rikako Ikee kısa belgeseli sonrası, yine farklı yönetmenlerle beraber 2022’de Maiko-San Chino Makanai-San (The Makanai: Cooking for the Maiko House) dizisi ile karşımıza çıktı. Bu yıl sinemalarda izleyeceğimiz son filmi Broker, aynı zamanda yönetmenin ülkesi dışında çektiği ikinci filmi olma özelliğini taşıyor. Song Kang Ho, Bae Doona, IU gibi tanınmış isimlerle yola çıkan Hirokazu Koreeda’nın ödüllü yeni filmini izlemek ve yorumlamak için bizler de sabırsızlıkla bekliyoruz.
Rima Konya
www.bagimsizsinema.com’dan alınmıştır.