Biçimin Ritme Dönüştüğü Noktada Sırtını Sinematografiye Yaslamak
Bresson’un “Sinematograf Üzerine Notlar”’ kitabındaki bir tanımın altını çizerek başlayalım. İki farklı biçimde film yapmak mümkündür. Birincisinde yönetmen tiyatronun dekor, oyuncular gibi sahneleme araçlarını kullanarak yeniden üretirken kameradan yararlanır; diğerinin başrolünde ise bu yaratım sürecinde sinematograf araçları vardır. Bresson, aksi iddia edilemeyecek şekilde sinematografi seçeneğine bağlıdır. Filmlerinde amatör oyuncuları tercih etmesi, karakterlerin yaşadıkları çağ ile uyumsuzluk problemlerini manipüle etmekten kaçınması, dünyanın yaşanamaz bir yer olduğuna dair keskin inancıyla “gerçekçi” bir anlatı sunmayı yeğler. Bu nedenle de tiyatro ile sinema arasında kurulan ilişkiye sert bir şekilde karşı çıkar.
Cahiers du cinéma’nın Şubat 1967 sayısında Godard’la yaptığı söyleşide üzerinde durduğu gibi tiyatro ve sinemanın iç içe geçmesinin iki sanatı da yok ettiğini düşünen Bresson, var olan sanat tanımının anlamını yitireceği görüşünü savunurken toparlayacak olursak şunu söyler: Tiyatro dinamiklerinin sinemayı öldürdüğü noktada onu diriltecek olan en önemli oluş sinematografın ta kendisidir.
Bresson’un minimalist bir çizgide duran stilini, klasik anlatı yapılarından ayıran imaj ve ses tekniği üzerine düşünmek bu noktada oldukça önemlidir. Yönetmen, görüneni olabildiğince sadeleştirerek ele aldığı sinemasında anlatı ve karakterleri lineer bir çizgide tutmaya özen göstererek seyircinin “sezgilerine” dokunabilmeyi hedefler. Bu sezgilerin hedefi ise çoğunlukla görülememesi ve işitilememesinden muzdarip “tanrı” ile etkileyici bir yüzleşme vadetmektedir. Ulus Baker’in yönetmenin bu tavrını “aşkınsal imaj” olarak tanımlaması, yaşam boyu bir şekilde hakikatin izini sürdüğümüz için hiç de “yabancılaşma” hissetmediğimiz bir ironi ortaya koyar.
Var olmasına inanmak isteyeceğimiz, hesap sorabileceğimiz ya da bazı sorulara cevaplar arayabileceğimiz; olanın aksine “ulaşabileceğimiz” bir güç. Yokluğunu derinden hissettiğimiz ve çoğunlukla bu gerçeklikle başa çıkamadığımız düşünülürse Bresson’un yapmış olduğu filmlerle anlam arayışımıza ortak olması oldukça ilham verici. Öyle ki bu aracı olma arzusu Bergman’ı, Tarkovsky’yi ve Godard’ı oldukça derinden etkiler. Hakikatin izini sürerken yaratmış olduğu yeni gerçeklik ve bu gerçekliğin, kutsal kitapların ya da felsefi zincirlemelerin karmaşıklığındansa yalın ama oldukça güçlü bir dil ile var olması Bresson sinemasını oldukça çekici kılar.