I.Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra ise kendisine meslek olarak seramikçiliği seçer. 1920 yılında babasının modellerinden biri olan Andrée Madeleine Heuschling ile evlenerek Paris yakınlarında sakin bir kasabaya yerleşir. Ancak tüm hayatı boyunca sanat çevreleri ile yakın ilişkiler içinde olan Renoir’ın, tiyatro ve sinema dünyasından dostlarının da etkisiyle sinema sanatına karşı olan ilgisi her geçen gün biraz daha artarak, ona seramikçiliği bıraktırıp, senaryo çalışmalarına başlatacak seviyeye kadar ulaşır.
1923’te ilk filmi olan “Une Vie Sans Joie”, Türkçe ismiyle “Keyifsiz Bir Yaşam”ı çeker. Filmde Catherine adında bir karakteri canlandıran eşi Andrée Madeleine Heuschling, bu filmden sonra adını Catherine Hessling olarak değiştirir. Jean Renoir, 1920’li yıllar boyunca beşinin başrolünde eşi Catherine Hessling’in oynadığı sekiz film daha çeker. Bunlardan en ünlüsü bir tiyatro oyuncusunun fahişeliğe sürükleniş öyküsünü anlatan 1926 yapımı Émile Zola uyarlaması “Nana”dır.
1930 yılında eşinden ayrılan Renoir’in, sinema kariyerinin yükselişe geçmesi de tam olarak bu döneme rastlar. İlk sesli çalışması “On Purge Bébé”nin ardından başyapıtlarından biri olan “La Chienne” (Kancık) gelir. Renoir ile daha önce “Tire au Flanc” ve “On Purge Bébé” filmlerinde de beraber çalışmış olan ünlü Fransız aktör Michel Simon’un kariyerinin ilk başrolü olma özelliğini taşıyan bu gerilim klasiğini 1932 yapımı Georges Simenon uyarlaması “La Nuit du Carrefour” (Rastlantılar Gecesi) izler. Renoir’ın iki filmlik bir aradan sonra Michel Simon ile yeniden bir araya geldiği “Boudu Sauvé des Eaux” (Sulardan Kurtarılan Boudu) ise anarşist bir komedi klasiği olarak sinema tarihindeki yerini alır.
1930’ların ikinci yarısı çok daha görkemli geçecektir Renoir için. Bu dönemin açılış filmi, gerçek mekanlarda ve tümüyle tanınmamış isimlerden kurulu bir oyuncu kadrosuyla çekilen “Toni”dir. Bu filmi 1936 yılında üç önemli klasik izler: Empresyonist sinemanın başyapıtlarından biri olarak kabul edilen “Partie de Campagne” (Bir Kır Eğlencesi), daha çok Marcel Carne için yazdığı eşsiz senaryolarıyla bilinen Jacques Prévert ile yegane işbirliği olan “Le Crime de Monsieur Lange” (Mösyö Lange’ın Suçu) ve efsanevi Fransız aktör Jean Gabin ile ilk ortak çalışmaları olan “Les Bas-fonds” (Ayaktakımı Arasında). 1937 ve 1938 yıllarında başrolde Jean Gabin’in oynadığı iki başyapıt daha gelir: Renoir filmografisinin en önemli eserlerinden biri olan unutulmaz Birinci Dünya Savaşı klasiği “La Grande Illusion” (Büyük Yanılsama) ve bir Émile Zola uyarlaması olan “La Bête Humaine” (Hayvanlaşan İnsan).
Ve bu rüya gibi dönemin kapanışı da yine rüya gibi bir filmle gerçekleşir: “La Règle du Jeu” (Oyunun Kuralı). Gelgelelim bugün tüm zamanların en iyi filmleri listelerinde zirve için “Citizen Kane”in en ciddi rakiplerinden biri olan bu film, ilk gösterime girdiği 1939 yılında Fransız toplumunu aşşağıladığı gerekçesiyle büyük kargaşaya sebep olur. Film önce sansürlenir ancak tepkilerin devam etmesi üzerine Fransız hükümeti tarafından tamamen yasaklanır. Fransa dışında ise uzun yıllar boyunca sadece sansürlü kopyalardan izlenir. Orjinal süresiyle sinemaseverlerin karşısına çıkması ancak 1959 Venedik Film Festivali’nde gerçekleşir. O tarihten sonra da hak ettiği gibi sinema sanatının en büyük eserleri arasındaki yerini alır doğal olarak.
“La Règle du Jeu”nun ardından Fransa’dan ayrılarak Amerika’ya yerleşen Renoir, 1940’lı yıllar boyunca altı film de Hollywood’da çeker. Bu altı film arasında özellikle 1943 yapımı “This Land Is Mine” ve 1945 yapımı “The Southerner” biraz daha ön plana çıkan eserlerdir. Renoir’ın ilk renkli çalışması 1951 yılında Hindistan’da çektiği “The River” olur. Bu film ve sonrasında çektiği Fransız-İtalyan ortak yapımı iki önemli eser “Le Carrosse d’or” (Altın Araba) ve French Cancan (Paris Eğleniyor), Renoir’ın son başyapıtları olarak kalır. Sonraları çektiği birkaç önemsiz filmin ardından yönetmenliği bırakır. 1979 yılında 85 yaşındayken hayata gözlerini yumar.
Latif Güven
http://www.avrupasinemasi.com'dan alınmıştır.