Kariyerine 1988’de “Yaralı Başlar” adlı kısa belgeselle başlayan Panahi daha ilk işinde sansür ile karşılaşıp belgeselinin birkaç yıl boyunca yasaklandığına şahit oldu. Daha sonra ise Kambuzia Partovi’nin Golnar adlı filminin yapımını anlatan Negah-e dovom (İkinci Bakış) adlı belgeseli çekti, bu belgeseli 1989 yılında çekmesine rağmen 1993 yılına kadar vizyona girmedi. 1992 yılına gelindiğinde ise bu sefer belgesel yerine kısa film çeken Panahi ilk kısa filmini Abbas Kiarostami‘nin The Bread and Alley adlı ilk kısa filmine saygı duruşu niteliğinde olan The Friend’i çekti. İran Ulusal Televizyon Festivali’nde En İyi Film, En İyi Senaryo, En İyi Görüntü Yönetmeni ve En İyi Kurgu ödüllerini kazandıran Akharin Emtehan (Final Sınavı)adlı ikinci kısa filmini de 1992 yılında çekti. Bu başarısından sonra asıl sinemaya atıldığı o adımı atarak Kiorastami’den iş isteyen Panahi, Kiorastami’nin bir sonraki projesi olan Zeytin Ağaçlarının Altında adlı filminde yönetmen yardımcılığı yaptı. 1995 yılına gelindiğinde Panahi, Badkonak-e sefid (Beyaz Balon) adlı ilk uzun metraj filmini çekti. Filmin senaristliğini ise Abbas Kiorastami üstlendi. Filme dair Panahi bir röportaj esnasında “Filmlerin milyonlarca dolarla yapıldığı bir dünyada, bir dolardan daha az bir fiyata balık satın almak isteyen küçük bir kızın filmini yaptık – göstermeye çalıştığımız şey bu.” sözlerini söyledi. Film bir çocuğu konu edindiği için kendi ülkesi olan İran’da yeteri önemi görememiş olsa da uluslararasında büyük beğeni topladı. 1995 yılında Cannes Film Festivali‘nde gösterilen film Panahi’ye ilk Caméra d’Or ödülünü kazandırdı. Bununla da sınırlı kalmayarak Tokyo Uluslararası Film Festivalinde En İyi Film ve Genç Sinemanın En İyi Filmi dalında olmak üzere iki ödülü birden daha Panahi’ye kavuşturan film Panahi’nin uluslararasında ün kazanmasına neden olurken İran Hükümetinin baskısı ve yasağıyla da tanışmasına neden oldu. İran Hükümeti bozulan siyasi ilişkilerini sebep göstererek Panahi’ye Sundance Film Festivali’ne gitmesini veya ABD’li muhabirlerle telefonda röportaj yapmasını dahi yasakladı.
1997 yılına gelindiğinde Panahi ikinci uzun metraj filmi olan ve ilk filmi gibi bir çocuğa yönelik olan Ayna‘yı çekti. Bu filmde tıpkı ilk filmi gibi uluslararası film festivallerinde Panahi’ye pek çok ödül kazandırdı.
2000 yılında üçüncü uzun metraj filmi olan Dayereh adlı yapım yönetmenin diğer iki filmine göre konusu bakımından büyük farklılık göstermektedir. Bundan önceki filmlerinde çocukları anlatan Panahi, bu sefer kamerasını çocuktan alarak İran İslami Rejimi altında ezilen kadınlara çevirmiştir. Filme dair ise “ilk filmlerimde çocuklarla ve gençlerle çalıştım ama bu kızların büyüdüklerinde karşılaştıkları sınırlamaları düşünmeye başladım.” yorumunu yapmıştır. Bir doğum sekansıyla açılan film, kız çocuğu olduğunu öğrenen akrabaların üzülmesine ardından hapisten kaçan üç kadın karaktere sonrasında çocuğunu bırakıp kaçmak zorunda kalan bir anneye ve son olarak da bir seks işçisinin aynı gün içinde yaşadığı olaylarla bağlanır. Her kadının aynı gün içinde neler yaşadıklarını anlatan film, doğum sekansıyla başlayıp kadınların tutulduğu bir hücre ile son bulur. Panahi bu filme İran’daki kadınların ve doğan kız çocuklarının kaderinin nasıl ilerleyeceğini ve olası sonlarının ne olacağını çarpıcı bir şekilde göstermektedir ve bu yüzden de film bakanlık tarafınca “karanlık ve aşağılayıcı bakış açısına” sahip olduğu söylenerek İran’da yasaklandı. Uluslararası film festivallerinde büyük beğeni toplayan ve Venedik Film Festivali‘nden ödülle dönen film kendi ülkesinde var olan rejimi rahatsız ettiği için yayımlanmayarak ve yönetmenin bakanlık tarafından filmin tüm kopyalarına el konulup yok edileceği korkusuyla çoğaltılıp saklanmak zorunda kalındı.
Tarih, egemenlerin baskı ve yasaklarını yazdığı kadar onlara karşı gelen direnişçileri de yazmıştır. Durum böyle olunca Panahi “Yeni yönetmenin yolu kapanacak ve bu nedenle gelecek neslin gözünde biz sorumlu olacağız.” diyerek yasaklanan filmlerine rağmen yeniden kameranın arkasına geçerek film çekmeye başladı. 2003 yılında Talaye Sorkh (Kanlı Altın) adlı filmle ekonomik sorunları olan bir kurye görevlisini anlattı. Bu filmde kendinden önceki filmle aynı kaderi paylaşarak İran’da yasaklandı. Panahi’nin sinemasının rejim tarafından bu kadar sert ve baskılarla çevrilmesinin ardında sadece sanata duyulan düşmanlık yatmadığını aynı zamanda Panahi’nin sanat yoluyla İran’da yaşanan sorunlara ve rejim baskısına ayna tuttuğunu da bilmek gerekir. Panahi, “sanat toplum içindir” anlayışını benimseyerek sanat yoluyla iktidarın yok saydığı her şeyi filmlerinde göstererek halkı uyutulduğu o uykusundan uyandırmak ister.
İkinci sınıf insan muamelesi gören, toplumun her kesiminde yok sayılan kadınlara yönelik ayrımcılığı göz önüne serdiği Ofsayt filmini 2006 yılında çekti. Film yine kendi ülkesinde yasaklanırken Berlin Film Festivali’nden Gümüş Ayı Jüri Büyük Ödülüne layık görüldü. Filmden sonra İran’da Beyaz Eşarplı Kızlar adlı feminist bir grup “ofsayt olmak istemiyoruz” yazan pankartlar taşımaya başladı.
2010 yılı Panahi için rejimle mücadelesinin en çetin olduğu yıl oldu. Mart ayında başta neyle suçlandığı açıklanmadan tutuklanan Panahi daha sonra “İslam Cumhuriyeti aleyhine propaganda” suçuyla 6 yıl hapis ve 20 yıl film çekme yasağına çarptırıldı. Gelen tepkiler üzerine belirli bir süre hapis yatan Panahi’nin cezası daha sonra ev hapsine çevrildi. Peki bir yönetmene film çekmeme cezası verilirse yönetmen ne yapmalı? İşte bu soruya Panahi sisteme boyun eğip yasağı kabullenmek yerine yasağı yasaklanan şeyle aşmak gerektiğini tüm dünyaya gösterdi. Ev hapsinde olduğu süreçte elindeki imkanlarla 2011 yılında In Film Nist (Bu Bir Film Değil) adlı belgesel filmi çekti. Film gizlice ülkeden kaçırılarak yurtdışındaki sinema kamuoyu ile paylaşıldı. 2013 yılında Panahi yasaklı olarak ikinci filmi olan Perde‘yi çekti. Film Berlin Uluslarlarası Film Festivali‘nde gösterildi ve Panahi En İyi Senaryo dalında Gümüş Ayı kazandı. 2015’te ise bu sefer kameranın arkasında değil de önünde bizi karşılayan Panahi, Taksi Tehran filmini çekti. Film bir gün boyunca şoför koltuğunda oturan Panahi’nin taksisine binen yolcularla kurduğu iletişimi anlatmakta. Panahi sadece bir taksinin içindeki değişen yolculara ve onların düşüncelerine bakarak bile İran’ın bir portresini çıkarmayı mümkün kıldı. Film Panahi’ye Berlin Film Festivali’nde En İyi Film dalında Altın Ayı kazandırdı.
Panahi, 2018 yılında ise Se Rokh (Üç Yüz) adlı filmi çekti. Film konusu bakımından İran’ın kadınlara bakış açısını gösterirken yönetmen bulunduğu taşrada daha önce yüzünü televizyonlarda gösterdiği için toplumdan aforoz edilmiş yanına yaklaşılması yasaklanmış bir şekilde yaşayan kadının yüzünü göstermeden sadece sesiyle filme dahil etti. Yasakları hiçe sayan ve rejimin yasakladığı şeyleri göz önüne getirmesiyle Panahi, dönemimin devrimcisi olarak gösterilmektedir. Sinemasının sadeliği aynı zamanda dayatılan yasaklara duyduğu öfkeyi de içerisinde barındırmaktadır. Panahi içindeki öfkeyi ve çaresizliği ancak sanatla dışarı vurmakla birlikte baskı ve sansürün, elinden alınan özgürlüğün onu yıldırmasına izin vermedi; öfkesini ve çaresizliğini umuda dönüştürdü. İzleyicinin onu anlamasını, var olan düzeni değiştirmelerini bekledi ve sanatıyla direndi. Üç Yüz filmi Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo dalında Altın Palmiye kazandı ancak ülke dışına çıkması yasak olan Panahi ödül törenine katılamadı. Son olarak geçtiğimiz yıl Khers Nist (Ayı Yok)adlı yapıma imza atan yönetmen yine bu yapımla da uluslararasından eli boş dönmeyerek 79. Venedik Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü‘ne layık görüldü. Panahi sadece sinemasıyla dikkatleri üzerine çekmedi aynı zamanda kendi ülkesi başta olmak üzere tüm dünyaya sisteme boyun eğmemeyi, yasaklanan şeyi ancak yasağı konulan şeyle aşılacağını gösterdi. Panahi hala inandığı yoldan vazgeçmeyerek rejimin midesindeki taş olmayı sürdürmekte.
Seda Çakıroğlu
www.soylentidergi.com'dan alınmıştır.