Belki klasik çağ değil ama “Yeni” Hollywood sinemasında zamanın testine kolay kolay yenilmeyeceğini düşündüğüm fakat aynı anda da ciddi anlamda underrated kaldığını hissettiğim bir yönetmen var -klasik dönemde bu kişi Nicholas Ray olabilir. Bahsettiğim kişi Hal Ashby’den başkası değil. 1929’da Utah’ta doğan Hal Ashby, sinema hayatına kurgu ile başlar. Uzun süre kurgu asistanlığı yaptıktan sonra 1966’da ilk kez Oscar’a aday olur. Aday olduğu film Norman Jewison’ın The Russians Are Coming, The Russians Are Coming filmidir. Bir sonraki yıl ise, yine Norman Jewison’ın Oscarlı sosyal tonlu polisiye filmi In the Heat of the Night ile En İyi Kurgu Akademi Ödülü’ne kavuşur. Bu prestij onu kariyerinde başarılı bir kurgucu yapmaya yetip de artacakken, Ashby başka bir adım atar ve bir film yönetmeye karar verir. 1970’te çektiği The Landlord isimli film fena bir başlangıç olmayınca çok daha iddialı -hatta belki de en iyi filmi olan- başka bir film çekmeye koyulur: Harold and Maude.
Hal Ashby’nin kısa filmografisi içerisinde başyapıt olarak niteleyebileceğimiz altı film hakkında detay vermeden önce, Ashby’nin sinemasından biraz bahsetmek gerek. Ashby’nin sineması anlara odaklanır; bu anlar, toplumun kıyısında köşesinde olan, minör anlar gibi görünebilir ilk bakışta. Enteresan karakterler, gerçek hayatta karşılaşmayı ummadığımız olaylar yaşarlar bazen. Fakat bu, Ashby’nin evrensele gitmekte tuttuğu yoldur: kara bir mizah anlayışı ile, ince tatlı bir sızı bırakarak bize batırdığı ironisi ile kaplıdır bu yol. O özel olanın içinden geneli bulabilen, usturuplu, sakin, kar soğuğu gibi, Ankara ayazı gibi bir sinemadır bu. Ferahtır, ciğerlerinizi yaksa da içinize daha çok çekmek istersiniz. Karakterlerin yerine kendinizi koyamayacak gibi hissedersiniz; en nihayetinde 18 yaşında 80 yaşında birine âşık olmamış, orta yaşınıza dek bir rutin içerisinde tek bir malikanede hayatınızı geçirmemişsinizdir. Fakat, bu eksantrik karakterler ve olayların içinden geçince fark edersiniz ki size dair bir şey anlatılır bu hikâyelerde. Hal Ashby’nin sineması gerçekten kendine özgü ve pek çok çağdaşınınkinden ayrı bir yerde durur bu yüzden. Ve işte, aynı sebeple, zamanın testi karşısında eğilip bükülmez. Hal Ashby erken bir yaşta hayatını kaybeder, televizyonda kendine yer bulamaz ve 80’lerin video çağının gelişini, sinemanın ölümü olmasa da dönüşümünü simgeler gibi göçer bu diyardan. Fakat filmleri ne Hollywood filmidir, ne de ’68 ve sonrasının rüzgarı içerisinde yükselmiş ve sonra sönmüş “bağımsız” yapıtlardandır. O stüdyo sisteminin içinden gelmiş bir asidir, bir Hollywood asisidir Nick Dawson’ın sözleri ile.
Ekin Can Göksoy
www.filmloverss.com'dan alınmıştır.