Böylesi bir ilişkiden sonra ona soyadını annesi kendisi vermiştir; Alaide, Mozart'ın operası Idomeneo'da çok sevdiği "küçük esintiler" olarak geçen "Zeffiretti" ismini çocuğuna soy isim olarak seçmişse de nüfusa kayıt edilirken yapılan bir yanlışlık sonucu soy ismi Zeffirelli olarak kalmıştır.
İtalyan araştırmacılar, kilise arşivleri ve tapu kayıtları gibi belgelerden yararlanarak Zeffirelli'nin, Leonardo da Vinci'nin geriye doğru soyu takip edilip akrabalığı ispat edilebilen bir avuç insandan biri olduğunu ortaya çıkardıklarında Zeffirelli'nin İtalyan Rönesans dehası Da Vinci'nin kardeşlerinden birinin soyundan geldiği ve Leonardo da Vinci'nin torunu olduğu açıklanmıştır.
Ancak Zeffirelli, annesinin erken ölümüyle birlikte teyzesi Lide'ye emanet edildiğinde Floransa'daki İngiliz gurbetçi topluluğunun himayesinde büyümek zorunda kalır ve bu durum elbette onun çocukluğunda ve ergenliğinde kalıcı izler bırakır.
Bu süre içinde bir İngilizce öğretmeninden Shakespeare tiyatrosu ve geçmişin büyük ustalarının sanatını öğrenir.
Bu öğretilerin her ikisi de genç Zeffirelli'nin kendisini yıllar içinde sürekli geliştirdiği, kültürlü ve liberal bir eğitimin temellerini atmasını sağlamıştır.
Zeffirelli, 1941 yılında Floransa Güzel Sanatlar Akademisi'nden mezun olduktan sonra kendisine verilen tavsiyelere uyarak sanat ve mimarlık okumak üzere Floransa Üniversitesi'ne girmiştir.
Savaş ve sonrası
Mimar olmak için başladığı eğitim hayatı İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın İtalya'yı işgal etmesi nedeniyle yarıda kalır.
İkinci Dünya Savaşı başladıktan sonra savaşta, İskoç Muhafızları için tercüman olmadan önce İtalyan partizanlarının arasında savaşır, müttefiklerin ülkeyi işgali ile birlikte İngiliz ordusu için tercümanlık yapar.
Ancak savaştan sonra eve döner dönmez çalışmalarına devam etmek için yeniden Floransa Üniversitesi'ne yazılır.
Burada Floransa Radyosu ile iş birliği yapmaya ve üniversite tiyatrosunda oyuncu olarak deneyim kazanmaya odaklanır.
Savaş sonrası dönemde Zeffirelli, Alessandro Brissoni'nin tiyatrosu Il Carro dell'Orsa minöre ile çalışarak burada odağını nesir ve müziğe doğru çevirir.
Opera sanatçısı Inez Alfani-Tellini tarafından Siena'daki bir akademide düzenlenen sahne sanatları dersleri sırasında küçük operalar için set ve kostüm tasarımcısı olarak çalışan Zeffirelli'nin "renkli kanatlarla uçan mükemmel bir böcek" eskizleri oldukça dikkat çeker.
Ancak Zeffirelli, 1945 yılında, Laurence Olivier'ın yönetmenliğe ilk adım attığı bir üçlemenin ilk bölümü olan Beşinci Henry filmini gördüğünde kariyerine bu yönde devam etmeye karar verir.
Zeffirelli kafasındaki bu planlarla Floransa'da bir doğa ressamı için çalışırken Luchino Visconti ile tanıştırılır ve Visconti tarafından işe alınır.
Zeffirelli'nin Luchino Visconti ile karşılaşması onun verimli kariyerinde çok önemli bir sıçrama noktası olur.
Figüratif ve mimari becerileriyle saygın bir set tasarımcısıyken bir yönetmenin asistanı olarak Roma'ya giden Zeffirelli, ilerleyen zamanlarda Visconti'nin 1948'de gösterime giren La Terra Trema adlı filminde yönetmen yardımcısı olarak görevlendirilir.
1950'lerden itibaren önce ressam, set ve kostüm tasarımcısı, ardından yönetmen olarak çalışan Zeffirelli'nin daha sonraki çalışmalarında Visconti'nin metotlarından etkilendiği oldukça aşikardır.
İlk yönetmen yardımcılığı sonrasında Zeffirelli, Vittorio De Sica ve Roberto Rossellini gibi yönetmenlerle de çalışır.
Yönetmenliğe doğru
Sergi sırasında edindiğim bilgilere göre; onu keşfettiklerinde, Franco Zeffirelli sadece bir set ve kostüm tasarımcısıymış ama şöhret basamaklarını çok hızlı tırmanmış.
Figüratif tarzının ve resmetme kabiliyetinin; Toskana'nın kendi tarihi ve coğrafi güzelliği ile birlikte Floransa'da aldığı mimarlık eğitiminden geldiği düşünülmekte.
Teknik olarak orantı ve boyutları, "gösterme" sanatına nasıl uyarlayacağı konusunda çok yetenekli ve tecrübeli olan Zeffirelli'nin mimari resim ve çizim ile ilişkisindeki başarısının yanı sıra hem mesleğindeki titizliği hem de tiyatro tutkusu onu renk ve kompozisyon konusunda detaylı çalışmalarında öne çıkarmış, özellikle müzikal tiyatroya yönelik yarattığı görsel tasarımlar onu bu sahnelerin vazgeçilmezi kılmış.
1700'leri sahneye taşıdığı ilk prodüksiyonlarında renklerle beslenen bir canlılık, iç dekor ve manzaraların düzeninde her zaman ilham veren bir denge dikkat çekermiş.
Nihayetinde hiç kimsenin hayal ve cesaret edemeyeceği günlerde Zeffirelli çalışmalarını Avrupa'daki tiyatrolara taşır; Milano, Cenova, Napoli ve Palermo'daki tiyatrolarda 18'inci ve 19'uncu yüzyıl operalarının sahnelerini yönetir.
Kişisel bir eleştirel gözle ve dinamik bir hayal gücüyle operanın ve bestecisinin geçmişine ve tarihsel anlayışına ihanet etmeden teatral ve müzikal bir metne yaratıcı bir özgünlükle eklediği görsel manzaralarla her sahnesinde dikkatleri üzerine çekmeye başlar.
O andan itibaren Franco Zeffirelli'nin sanatsal kariyeri, dünyanın en özel sahnelerinde oynanan eserlerdeki çalışmalarıyla uluslararası sanat camiasında en beğenilen İtalyan yönetmen olana değin sürekli yükselir.
1960'larda Londra ve New York'ta kendi oyunlarını tasarlayıp yöneterek adını duyuran ve kısa süre sonra fikirlerini ve tecrübelerini sinemaya aktarmaya başlayan Zeffirelli aynı yıl içinde İtalyan melodramının doğuşunun alamet-i farikası olan İtalyan besteci Jacopo Peri'nin Euridice prodüksiyonu ile Floransa'daki Boboli Bahçeleri'ne geri döner.
Zeffirelli'nin Karanlık Yüzü
Zeffirelli'nin başarılar ve övgülerle dolu hayatının yanı sıra bazı iddialara ve itiraflara dayanan bir karanlık yüzü de yok değil.
Romeo ve Juliet filminde Benvoliosu'yu oynayan Bruce Robinson ile Sparrow filminde rol alan Johnathon Schaech, çekimler sırasında Zeffirelli tarafından tacize ve cinsel saldırıya uğradıklarını, onun kendilerine karşı çok acımasız davrandığını ve çoğu zaman sözlü hakaretlerle küçük düşürüldüklerini iddia etmişlerdir.
Ayrıca beş yaşından beri reklamlarda ve pembe dizilerde rol alan eski bir çocuk oyuncu olan ve Hollywood'un #MeToo hareketinden aldığı güçle ilk kez halka açık bir şekilde konuşan Justin Vetrano da Zeffirelli'nin 1991'de on sekiz yaşındayken babasının kuzeninin evini ziyaret ettikleri sırada kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu söylemiştir.
Bunların yanı sıra Zeffirelli'nin bir dönem çalkantılı bir siyasi geçmişi de olmuş; çoğu zaman tartışmalara sebep olan siyasi görüşlerini dobra bir şekilde dile getiren yönetmen, İtalyan senatosunda Silvio Berlusconi'nin merkez sağ görüşlü Forza Italia partisinde iki dönem milletvekilliği yapmış.
Bu dönemlerde komünistleri; "ülkemi ele geçirmeye çalışan sahtekârlar" şeklinde tanımlayan Zeffirelli, kürtaj yaptıran kadınlar için ölüm cezasının verilmesini savunan kilisenin bu tutumunu açıkça desteklemiş.
Ayrıca 1996 yılında eşcinsel olduğunu açıklamış olsa da LGBT toplumu tarafından, Katolik Kilisesi'nin eşcinsellere bakışını savunan görüşleri nedeniyle sertçe eleştirilmiş.
Muhafazakâr bir Roma katoliği olan Zeffirelli, filmlerinde İncil'deki figürlerin dine hakaret edecek şekilde temsil etmesinden dolayı da dini grupların eleştirilerini almış. Diğer taraftan da Martin Scorsese'nin Günaha Son Çağrı (The Last Temptation of Christ, 1988) adlı filmini "Hristiyan dünyasına her saldırma şansını kullanan Yahudi kültürel pisliğin bir ürünü" olarak tanımladığı için antisemitizm suçlamalarına maruz kalmış. 2006 yılında bir gazeteye; çocukken bir rahip tarafından cinsel istismara uğramasına rağmen herhangi bir zarar görmediğini söylediğinde yine tartışmalara yol açmış.
Çocukluğunun karanlık kısmına ışık tutan filmler
Zeffirelli'nin sorunlu çocukluğu, savaş deneyimleri, dinle ilişkisi ve Shakespeare'e duyduğu büyük ilgisi yavaş yavaş çektiği filmlerde de hayat bulmaya başlar.
Tiyatro sahnelerinde olduğu gibi yönettiği filmlerde de kimi zaman metne sadık kalarak uyarladığı Shakespeare klasikleriyle kimi zaman da insan ruhunun en anlaşılmaz yönlerini filmde tasvir etme yeteneği ve çocukluğunun pek çok karanlık kısmına ışık tutan hikayeleriyle hem genel sinema seyircisinin hem de sinema eleştirmenlerinin pek çok kez beğenisi ve övgüsüne mazhar olur.
Sinemadaki çalışmalarının yanı sıra her zaman büyük bir sevgi beslediği Floransa'yla ilgili çektiği belgeseller ile milyonları ekran başına çeken epik televizyon filmleri ve dizileri büyük beğeni toplar.
Kraliçe II. Elizabeth, Zeffirelli'ye Shakespeare dramalarıyla yaptığı çalışmaların yanı sıra dünyaca ünlü olduğu sinemaya uyarladığı yeniden yapımlar için İngiliz İmparatorluğu Düzeni Şövalyesi olarak onursal bir şövalyelik verir.