25 Nisan 1941’de Lyon’da doğdu. Paris’te lisede okurken, ilerde ünlü bir yönetmen olacak olan Volker Schlöndorff’un sınıf arkadaşıydı. Üniversitede hukuk okumaya başladıysa da sinema tutkusu yüzünden öğrenimini yarım bıraktı. Nickel Odeon adlı sinema kulübünün kurucuları arasında yer aldı. Başta Positif olmak üzere Fransız sinema dergileri için yönetmenlerle söyleşiler yaptı ve yazılar yazdı. Bu arada iki filmde küçük bölümler yönetti. Jean-Pierre Courso-don’la birlikte Amerikan sineması üstüne bir kitap hazırladı. Bazı derleme sinema kitaplarına makaleleriyle katıldı. Yeni Dalga filmlerinin çoğunun yapımcısı olan Georges de Beauregard’ın basınla ilişkilerini yürüterek önde gelen Yeni Dalga yönetmenleriyle birlikte çalışma olanağı buldu. Sonraları ise bağımsız basın danışmanı olarak, yerli ve yabancı, özellikle de ABD’li birçok yönetmenin Fransa’da tanıtılmasını üstlendi.
Bu arada senaryolar da yazan Tavernier 1973’te, ilk uzun filmi L’horloger de Saint-Paul’ü (“Saint-Paul Saatçisi”) yönetti. Oğlunun fabrika bekçisi tarafından öldürülmesi üzerine olaylara bakışı ve tepkileri değişen bir babanın öyküsünü anlattığı bu filmle büyük başarı sağlayarak Fransız sinemasının en önemli ödüllerinden olan Louis Delluc Ödülü’nü kazandı. 1976 tarihli Le juge et l’assassin’de (“Yargıç ve Katil”) ve bir grev sırasında değişik kesimlerden insanların tutumlarını anlattığı 1977 tarihli Les enfants gâtes’de (“Şımarık Çocuklar”) çağdaş yaşamın sorunlarına eğildi. İletimim araçlarının aşırı gelişiminin insan yaşamım egemenliği altına alışını ve ölüm dahil her şeyin metalaştırılışım son derece işlek bir öykü çerçevesinde anlatan La mort en direct’le (Ölümü Beklerken) en ilginç yapıtlarından birini gerçekleştirdi. Fransız izlenimci resmine göndermeler yaptığı filmi 1984 tarihli Un dimancbe d la campagne (Kırda Bir Pazar Günü) her şeyden önce plastik kusursuzluğuyla dikkati çekti, uluslararası alanda büyük ilgi gördü ve Tavernier’ye Cannes Film Şenliği’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazandırdı.
Fransız sinemasındaki Yeni Dalga geleneklerini, çok beğendiği Amerikan sinemasının hareketli ve işlek anlatımıyla birleştiren Tavernier, filmlerinde birbirinden değişik konulara el atmıştır. Ama en çok 1968 kuşağının hesaplaşması ve 1968 sonrası Avrupa toplumunun iletişimsizliği üzerinde durmuştur. Filmleri entelektüel bir derinliğin yanı sıra, görsel bakımdan da yüksek bir beğeninin ürünleridir.