1955 yılında Macaristan'ın Pecs kentinde dünyaya gelen Bela Tarr; sinema ve tiyatro ile içli dışlı bir ailenin çocuğudur. Babası sahne tasarımcısı olan annesi 50 yıla yakın suflörlük yapan Tarr'ın küçük yaşlardan itibaren sanata ve felsefeye ilgisi aile geçmişiyle açıklanabilir. Babasının ergenlik döneminde Bela'ya aldığı kamera, Tarr'ın ilgisini felsefeden sinemaya çevirmesine kaynaklık edecek yine de Tarr, filmografisinde felsefi sorgulamalara sıkça yer verecekti. Amatör filmler çekerek sinema dünyasına merhaba diyen Bela Tarr, felsefe dalında bir kürsü sahibi olmaktan vazgeçince tüm motivasyonunu sinemaya yönlendirir.
Komünist Macar hükümetlerinin Sovyet hükümranlığı altında geçen yıllar, Tarr'ın hayal kırıklığıyla genç yaşlarda tanışmasına sebep oldu. Günden güne azalan kuvveti ve otokrasi eğilimli yoz uygulamaları Sovyet Rusya'nın devlet politikasına haline geliyor ve Demir Perde ülkeleri bu baskının altında mutsuz nesiller yetiştirmek zorunda kalıyordu. Tam da bu nedenle Bela Tarr filmografisini ikiye ayırmak mümkündür. İlk dönem filmlerinde katı gerçekliğin egemen kılındığı ve Macar kırsalında ezilen işçi ve köylülerin konu edinildiği sıklıkla göze çarpar.
1979-1982 arası çektiği filmler, Tarr'ın ilk dönem çalışmalarını imler. Családi Tüzfészek -Aile Yuvası- (1979), Szabadgyalog -Dışarıdakiler- (1981), Panelkapcsolat -Prefabrik İnsanları-(1982) isimlerindeki Tarr filmleri, belgesel-kurgu türleri arasında sıkı bir geçişin tezahürleridir. Sınıfsal çatışmadan ve ezgin insan hallerinden bahsedilen bu filmlerde, Macaristan'ın haletiruhiyesini anlatma çabası hakimdir.
Tarr'ı dünya sinemasının baş köşesine oturtan filmler ise; 1988 yılından sonra bir bir gelmeye başlar; gerçi 1984 yılında çektiği Öszi Almanach -Sonbahar Almanağı- (1984) adlı film, Tarr sinemasının iki bölüme ayırdığımız üslubunun kırılma noktasıdır. Oda draması olarak niteleyebileceğimiz bu eser, hem varoluşsal kaygılardan hem de toplumsal çıkmazlardan bahis açmasıyla Tarr'ın geçiş filmidir. 1988 yılında vizyona giren Kárhozat -Lanet-(1988) eseri, sanatçının ustalık döneminin emarelerini taşımaya başlayan ilk filmidir.
Uzun plan çekimler, az diyalog ve yoğun sinematografik unsurların devreye girdiği bu film; hiçliğin ve boşluğun ortasında bir sevgi kırıntısına beyhude biçimde bağlanan Kerrer'in dramını az söz ve çok görselle iletir. Bu filmle beraber ontolojik kaygılarla yaşama uğraşı veren ve hiçliğin pençesine düşen bireyler, kabuğunu kıramayan halleriyle kasvetin, sıkıntının ve melankolinin habercisidirler. Tarr'ın ikinci dönem filmlerini şu şekilde sıralayabiliriz: Sátántangó -Şeytan Tangosu- (1994), Werckmeister Harmóniák -Karanlık Armoniler-(2000), A Londoni Férfi -Londra'daki Adam-(2007), A Torinói ló -Torino Atı- (2011)
Lanet filminden yola çıkarak hem Şeytan Tangosu hem Torino Atı filmlerinde Tarr; içsel buhranların sisli atmosferini beyaz perdeye yansıtır. Lanet filmindeki Kerrer karakteri, diğer filmlerinde çoğalarak hemen bütün karakterlerin hapsolduğu karanlık ve boşluk ön plana çıkartılır. Tarr, hayatı boyunca aslında bir filmi çektiğini söylerken hiç de haksız değildir. Tarr'ın özellikle ustalık dönemi eserlerindeki filmler, birbirinin devamı niteliğinde olduğunu hissettirirken yalnızca mekansal bir değişiklik söz konusudur.
1994 yılında çekilen Şeytan Tangosu filmi, dünya sinemasının anıtsal yapımlarından biri olarak dikkat çeker. Karakterlerin felsefi çözümlemelerinin Nietzsche'nin dünya görüşüne temas ettiği bu yapım, 450 dakikalık film süresiyle her bünyeye hitap etmeyen; ama içindeki derinlikle insanı kuyusuna davet eden bir eserdir.
Son filmi Torino Atı'yla sinemaya veda ettiğini açıklayan Tarr; mekanın ve zamanın beyhudeliği karşısında sıkıntının avukatlığına soyunmaktadır. Az ama öz filmografisiyle dünya sinema tarihinde yerini almış bu Macar, maneviyatını kaybetmeyi tercih etmiş; materyalist bir Tarkovski olarak adlandırılır ve belki de payelerin en büyüğünü bünyesine yedirir. Sinemadan ve felsefeden uzak kalmamanız dileğiyle.
Eren ŞAHİN
https://boboscope.com'dan alınmıştır.