Memleketinin sinemasının melodram ve western gibi popüler türlerdeki hazinelerinden faydalanan Meksikalı yönetmen Arturo Ripstein, bu filmlerin en abartılı yanlarını hem hevesle benimseyip hem de alaya alırken, gelenekleri yıkmaktan da asla çekinmiyor. Ripstein, Meksika sinemasının “altın çağı” ile “Yeni Meksika Sineması”nın şafağı arasındaki kritik bir kavşakta yer alıyor; bazı filmlerinde kariyerlerinin sonlarına gelmiş altın çağ yıldızlarına yer veren Ripstein aynı zamanda Carlos Reygadas ve Guillermo del Toro gibi yeni kuşak yönetmenleri de etkiledi. Sinemacı bir aileden gelen Ripstein, ilk filmini henüz 21 yaşındayken çekti. Akıl hocasıysa sürgündeki Luis Buñuel’di; absürdist ve kara mizah yüklü dünya görüşünün yanı sıra din ve ülkeye dair keskin eleştirel bakışını da bu usta sayesinde geliştirdi muhtemelen. Çekirdek aileye dair görüşleri de bir o kadar keskindi: Ripstein’ın filmlerinde “yıkımın katalizörü” olarak resmedilen aileler, sıkışmışlık, ataerkil baskı ve korkunun kaynağıydı. Hayatın daha cilasız yanlarına yönelik ince bir zevki olan Ripstein’ın setleri rüküş ve renkli dekorlardan ve tekilaya bulanmış barlar veya cafcaflı genelevler gibi netameli ortamlardan sık sık faydalandı.
Latin Amerika edebiyatının en başarılı isimleriyle işbirlikleri de yapan Ripstein, edebiyat uyarlamalarında uzmanlaşarak Gabriel García Márquez, José Donoso, Manuel Puig, ve Carlos Fuentes gibi büyük isimlerle birlikte çalıştı. Sinemada sayısız radikal değişime önayak olan Ripstein’ın en büyük katkılarından biri, popüler türlere getirdiği maçoluk karşıtı ve kuir yorumlar sayesinde 60’lı ve 70’li yılların Meksika sinemasında muazzam bir dönüşümü başlatmasıydı. Geleneklere meydan okuyan Ripstein pek çok cephede savaştı: Her türden önyargıyı korkusuzca reddetti, burjuva saygınlığının sınırlarını ortaya döktü ve maçoluğun şiddeti ve yıkıcılığına karşı mücadele etti. Önyargının heyulalarına kafa tutan Ripstein sineması, kendine alışılmadık yeni kahramanlar edindi: dışlanmışlar, yalnızlar, travestiler, seks işçileri ve eşcinseller. Ahlaki çöküntünün ağına düşmüş insanlara anlayışlı ve müşfik bir gözle bakan Ripstein, çürümüşlük ve ölüm kokan melodramlarla dolu bir dünyayı resmetti.