Meşhur Rus film yönetmeni Tarkovski böyle diyor. Tüm dünyada fikir-sanat adamlarının sıkça adını telaffuz ettiği, İBDA Külliyatında da kendisine yer yer atıfların ve dikkat çekici müsbet değerlendirmelerin bulunduğu bu sanatçı kimdir peki ve seçkinliği nereden gelmektedir? Bu yazımızın çerçevesi kalın hatlarıyla işte bu.
Kabaca hayat hikâyesi şöyle: Şu ân Rusya sınırları içinde bulunan ve Volga Nehri kenarındaki bir şehir olan Zavrazhe'de dünyaya gelen Andrei Arsenyevich Tarkovsky’nin Annesi Maria Ivanovna bir oyuncu, babası Arseniy Tarkovsky ise meşhur bir şâir ve mütercimdir. 4 Nisan 1932’de doğmuş ve 26 Aralık 1986’da (Paris’te) akciğer kanserinden dolayı bu dünya hayatına gözlerini yummuştur. Hayatı ve sanatına biraz daha yakından bakalım dilerseniz.
Çocukluğu
Çocukluğunun büyük kısmı 1935’te ailesiyle birlikte gideceği Moskova’da geçmiştir… Küçüklüğünde zamanının çoğunu babasıyla birlikte Bach dinleyerek, dînî resimlere ait resimli kitabları karıştırarak ve babasının şiirlerini ezberleyerek geçirmiştir…
Ara sıra yanına gittiği büyükannesinin köydeki ‘daça’sını ziyaret ettiğini ve tabiatla orada iç içe olduğu vakitlerin ruhunda büyük yer tuttuğunu biliyoruz. Tarkovsky 7 yaşında iken II. Dünya Savaşı başlar; bu savaş ve annesi ile babasının boşanması çocukluk ve ilk gençlik yıllarına dair üzerindeki en derin izlerdir.
Dünya Savaşı'nın başlamasıyla, babası Arseniy Tarkovsky orduya katılır ve Tarkovsky ile kız kardeşi Marina 1939 yılında küçük bir kasaba olan Yuryevetz'e annesinin akrabalarının yanına giderler. Babalarının savaştan dönmesiyle birlikte Tarkovsky ailesi 1943’te tekrar Moskova’ya döner; fakat savaştan tek kolunu kaybetmiş bir kahraman olarak dönen babası, aileye eskisi gibi uyum sağlayamaz ve neticesinde karısı Maria’dan boşanır… Bu tarihten itibaren Tarkovsky, annesi, kız kardeşi ve babaannesi ile birlikte yaşamaya başlarlar…
Gençliği
Okuluna devam eden Tarkovsky’nin bu sıralar resim ve müziğe karşı ayrı bir hassasiyet taşıdığını görüyoruz… 1951’de Moskova Doğu Dilleri Enstitüsü’ne kayıt olur. Geçirdiği bir hastalık sebebiyle Enstitü’yü bırakmak zorunda kalır ama bu arada Arabça’yı öğrenmiştir… 1954’te Moskova Devlet Sinema Enstitüsü’ne (VGIK) başvurur ve burada 1934’te Sovyet Sineması’nın son sessiz filmini çeviren, hayranlık duyduğu yönetmen Michail IIych Romm'un öğrencisi olur… Bizce Romm, Tarkovsky’nin üzerinde bilindiğinden daha çok tesiri olan bir kimsedir; çünkü Romm öğrencilerini ferdî yeteneklerini geliştirmek yolunda teşvik eden bir entelektüeldir. Romm, Tarkovsky'nin yeteneğinin nasıl geliştiğinin en yakın şahidi olarak, 1971 yılında ölene kadar Tarkovski'ye destek verir…
Tarkovski, “Silindir ve Keman – Katok i Skripka” (1960) isimli tez filmine kadar umumiyetle pek bilinmeyen “Katiller – Ubijtsi” (1958), “Konsantre – Kontsentrat” (1958) ve “Bugün Kimse İşten Çıkarılmayacak - Segodnya uvolneniya ne budet” (1959) isimli filmlerine imza atar…
Ve Meşhur Andrei Tarkowski
1958 yılında ilk yönetmenlik denemesine okuduğu okulda “Konsantre” isimli kısa filmle başlayan Tarkovsky, sınıf arkadaşı Vasily Shukskin ile beraber bir Ernest Hemingway uyarlaması olan “Katiller” filmine de imza atar. Enstitü’de yeterli ekipman olmadığı için çalışmalarını iki yahut üçerli takımlar hâlinde sürdürmek zorunda olmaları, bir bakıma kendileri için sanırız daha verimli olur ve bu takım çalışmasının en mühim ürünlerinden biri olan Andrei Mikhalkov Koncalovsky ile beraber çektiği, “Silindir ve Keman – Katok i Skripka” (1960) ortaya çıkar… Bu film Enstitü’yü bitirme ödevi olmakla birlikte meşhur Andrey Tarkovski’nin ileride imza atacağı filmlere nüve teşkil etmesi bakımından ehemmiyetli bulduğumuz bir filmdir.
Eğitimini tamamlamasının üzerinden henüz çok vakit geçmemişken, mezuniyetinin hemen iki yıl sonrasında, Vladimir Bogolovun'un hikâyesini anlattığı ilk uzun metrajlı filmi "Ivanovo detstvo" (İvan’ın Çocukluğu) isimli dünya çapında ses getiren filmine imza atar. Moskova'da 1962 yılında gösterime giren İvan'ın Çocukluğu - Ivanovo Detstvo (1962), Venedik Film Şenliği’nde Altın Aslan ödülünü alır; uluslararası bir şöhrete kapı aralayan bu film, aynı zamanda o günkü Sovyet yönetiminden baskı görmesine de sebeb olur… Yedi sene sonra çektiği “Andrey Rublev - Andrei Rublyov” (1969) gösterime giremez ve sansüre maruz kalır; aynı yıl Cannes Film Festivali’nde ödül kazanan bu film, Sovyet Film Departmanı’nın sansüründen ancak 1973 yılında geçer…
Zamanı içten içe çok iyi sezen Tarkovski, bu arada, “Solaris – Solyaris” (1972) ismiyle Stanislav Lem'in bilim-kurgu eserinden uyarlayarak çektiği bir filme de imza atmıştır.
1975’e gelindiğinde en çok konuşulan, en çok tartışılan, fakat anlaşılmayan filmlerinden, Tarkovski’nin ifadesiyle “Salondaki eleştirmenler filmden hiçbir şey anlamadıkları halde, ilköğrenimini bile bitirmemiş bu kadın bize kendi gerçeğini, Rus halkının pişmanlığı gerçeğini söylüyordu.” dediği “Ayna – Zerkalo” (1975) isimli filmini çeker…
Strugatsky kardeşlerin "Roadside Picnic" isimli eserinden sadece “bölge” fikrini alarak, yine her zamanki gibi kendine has bir filme imza atar: “İz Sürücü - Stalker” (1979). Bu film Sovyet Rusya’sında çektiği son filmdir aynı zamanda…
1983 yılında Batı Avrupa’ya yaptığı bir seyahatten geri dönmez ve aynı yıl içerisinde İtalya’da “Nostalji - Nostalghia” (1983) filmine imza atar… Yine aynı yıl, Nostalji filminin senaryosu da elinden çıkan şair Tonino Gurerra ile birlikte çektiği “Tempo di viaggio” (1983) isimli filmi pek bilinmez… Ve kanser hastalığı ile boğuşan Tarkovski’nin oğlu Andriyoşa’ya “umut ve inançla” ithaf ettiği ve İngmar Bergman’ın ekibi ile İsveç’te çektiği son filmi “Kurban - Offret - Sacrificatio” (1986)… Aynı sene içinde Cannes Film Festivali’nde tam dört ödül alarak festivale damgasını vurur…
Hâtırâlarını kaleme aldığı “Zaman Zaman İçinde” ve “sinema”ya estetik açıdan yeni duyuşlar ve renkler kattığına inandığımız “Mühürlenmiş Zaman”ın müellifi Andrey Tarkovski 57 yaşında ve yurdundan uzakta, son filmi olan "Kurban - Offret"i çektikten yaklaşık bir yıl sonra, 26 Aralık 1986'da Paris'te akciğer kanserinden dolayı bu dünya hayatına gözlerini yumar.
Andrei Tarkowsky ve Filmlerine Toplu Bakış
“İkinci Dünya Savaşı, Faşizma ve Nazizma’nın, Batı dünyasını yeni bir ruh müeyyidesine kavuşturma, Greko-Lâtin medeniyetini yeniden eserine hâkim kılma hamlesidir ve basit siyaset planında nasıl başlayıp bittiği malûmdur… Buhran ise, bir yandan kafası gûyâ anti-materyalist hayatı buz gibi materyalist Amerika; bir yandan da kafası materyalist ve hayatı mistik Rusya; her iki ülkenin hem içlerinde hem de birbirlerine karşı belirttikleri korkunç tezat ve sahte teselli arasında, ay’a kadar ayak basma zaferine rağmen en cılk bir müzminlik içinde bugüne kadar geldi.
İşte en ince ve mahrem çizgisiyle 20. asrın kıymetler tablosu, istinatsız teknoloji ve makine ve işte Greko-Lâtin medeniyetinin son merhalesi, imânını arayan mustarib insanlık!” (2)
Tarkovski de aynı yüzyılın mustaribidir… Kendisi sosyalizme karşı çıktığı gibi, ilticasından sonra “mal bulmuş mağribî” gibi onu peşinen kapitalizm yandaşı sayan Avrupalı kafası, daha sonra umduğunu onda bir türlü bulamamıştır… Le Monde gazetesine verdiği bir beyanatta hem sosyalizmi hem de kapitalizmi reddettiğini ve bu iki dünya görüşüne de filmlerinin şiiriyeti ile karşı çıktığını söyler…
Andrey Tarkovski ve filmlerine bir bütün olarak baktığımızda gördüğümüz ilk şey, yukarıda bahsettiğimiz “buhran”ı çok iyi analiz etmiş ve buna dâir gerek filmleri ve gerekse yazdıklarından söylediklerine kadar en nitelikli tenkîdleri yapabilmiş nâdir sanatçılardan olduğudur… O, “Aklî ve mânevî ilgilerimiz o kadar maddî varlığımızın esiri ki, hiçbir zaman aklımıza bile gelmemesi gereken meselelerle ilgileniyoruz” derken, şuurunun ne kadar “açık” olduğunu ayrıca izâh eder…
“Sanatı, ruhî hayatın akışından tecrid ederek ‘parçalayan’ entellektüel analizlere, ‘standartlaştırılmış’ sinematografik formülasyonlara ve kalıblaşmış ‘tür’ tanımlarına da olabildiğince mesafelidir; mücerret mânâda sanatın unsurüstü ‘bir yakarış, bir dua biçimi olduğunu’ savunur sanatçı. ‘Bir film yapmanın, bir kitab yazmanın tüm kurallarını, genelgeçer tüm metodlarını bir kenara bırakabilseydik ne kadar harika şeyler yapabilirdik. Gözlemlemeyi unuttuk. Gözlemlemek yerine her şeyi kalıblara uydurmaya çalışıyoruz’ diyen ruhçu yönetmen, bu görüşünü günlüğünde Goethe'nin bir sözüyle tahkim eder: ‘İyi yazabilmek için gramer kurallarını unutmalısın’… ” (3)
İngmar Bergman, onun hakkında, “Tarkovski, sinema yönetmenlerinin en büyüğüdür. Düşvarî mekânlarda bir uyurgezerin güveniyle hareket eder, hiç açıklama yapmaz. Zaten ne açıklayacaktır ki? Düşlerini, tüm haberleşme araçlarının en zoru, ama bir anlamda en isteklisi aracılığıyla görünür kılabilen bir gözlemcidir o. Ben tüm hayatım boyunca, onun büyük bir tabiîlikle dolaştığı kapıları yumrukladım durdum. Ama bu kapılardan içeri ancak birkaç kez süzülmeyi başarabildim” der…
Filmlerinde klasik Batı filmlerinden yahut Avrupa filmlerinden ayrı olarak hem tarz ve hem de biçim olarak apayrı bir dünyanın kapılarını aralamaya ve seyirciyi buna davet etmeye çalışır. “Bu ne zevksizlik, ne saçmalık! Ne iğrenç bir şey! Bence filminiz tam bir fiyasko! Seyirciye biraz olsun yaklaşmıyor bile, oysa en önemli unsur seyirci değil midir?” tenkidine “Sinema, genellikle anlaşılması zor, yüksek bir ibdâcılık gerilimi içeren bir orijinal sanat biçimidir. Bu, ben anlaşılmak istemiyorum demek değil, ama Spielberg gibi, meselâ genel kitle için bir film yapamam. Eğer yapabileceğimi keşfetseydim acı duyardım. Eğer genel bir izleyici kitlesine ulaşmak istiyorsanız, Star Wars ve Süperman gibi, sanatla hiç ilgisi olmayan filmler yapmalısınız. Bununla halkın aptal olduğunu söylemek istemiyorum, ama onları memnun etmek için de kesinlikle böyle bir ıstıraba katlanamam” cevabını verir…
Tarkovski ve filmlerine bakıldığında, onun “çağının şâhidi” olduğu hemen sezilir: 1962’de çektiği ilk film “İvan'ın Çocukluğu - Ivanovo Detstvo” (1962) “savaşın getirdiği dehşetin çocuk ruhunda yaptığı değişikliği” anlatır. Yönetmenin, genç yönetmenin böyle bir filmi çekmesi her ne kadar tesadüfî de olsa, ilginç olan, böyle bir rastlayışa Tarkovski’nin denk düşmesidir… Esasında Tarkovski’nin de zikrettiği gibi “onunla akran her Rus aynı savaş ve acıyı” yaşamıştır; fakat içlerinden sadece bir Tarkovski çıkacaktır!
Bir sonraki filmi “Andrey Rublev - Andrei Rublyov” (1969), “orta çağda yaşamış olan ikona ressamı Andrey Rublev’i” anlatır… Bu filmi sansürle yasaklanır… Resmî açıklamaya göre, “o günkü Rusya’nın deforme edilmiş portresi”ni sunmaktadır… Bu film, “15. yüzyılın ünlü kilise ressamı, ikon ve duvar freski sanatçısı Andrei Rublev”in hayatını ele alır; fakat Tarkovski’ye göre, “Eğer şimdiye ilişkin değilse, tarihî filmin benim gözümde bir anlamı yoktur”… Andrey Rublev, “film boyunca zorbalığın, etnik ayrımcılığın, ırkçılığın hüküm sürdüğü bir çağda, kötülüğün uç noktadaki yansımalarını görecek ve klasik deyimle çağına şâhidlik edecektir”…
Bu filmin ardından 1972’de “Solaris – Solyaris” gelir… Stanislaw Lem’in bilim-kurgu romanının sinemaya uyarlanışıdır bu film; “insanların, geleceğine ilişkin inançlarını irdeler”… Bilim adamlarının Solaris isimli gezegeni araştırmaları söz konusudur. Bu araştırma, geçmişleriyle hesablaşmaya döner; yine her zamanki ve her filmindeki gibi, Tarkovski dünyanın geleceğine ve yok olmasına dair bir sürü endişesini dile getirir. Solaris filmi, onun her filmi gibi, anlatmak istediklerine bir mekân biçmekten ve bunu o mekânda dile getirmekten başka bir gaye gütmez bizce; çünkü Solaris temelde bir “aşk filmi” gibi gözükse de, aslında onun da ifade ettiği gibi bu film “Daha çok bir insanın başına vicdânen gelmiş bir macera”dır.
Solaris’in ardından “Ayna – Zerkalo” (1975) gelir… “Yıkılmak üzere olan evliliğini kurtarmaya çalışan bir adamın çocukluk anıları” ile yüklü annesini anlattığı ayna! Ayna’da “1930 ve 1970 yılları arasında Sovyetler’de yaşanan içtimâî ve târihî devrimleri yansıtır. Biz bu film için o kadar yerinde bir anekdot gördük ki, üzerine başka bir söz söylemek istemiyoruz:
«TARKOVSKİ: Evet, zaten bu film Rus seyircisi arasında birçok tartışmaya yol açtı. Bir gün filmin gösteriminden sonra, halka açık olarak düzenlenen tartışma iyice uzamıştı. Gece yarısından sonra salonu temizlemekle görevli temizlikçi kadın geldi ve artık salonu boşaltmamızı istedi. Filmi daha önce görmüştü ve tartışmanın niye bu kadar uzun sürdüğünü anlamıyordu. Bize, "Aslında her şey çok basit: Birisi hasta düşer ve ölümden korkmaya başlar. Birden başkalarına yaptığı kötülükleri hatırlar. Özür dilemek, kendini affettirmek ister" dedi. Bu basit kadın her şeyi anlamış, filmdeki pişmanlığı kavramıştı. Ruslar içinde bulundukları zamanı yaşarlar. Edebiyat da yalnızca bu zamanla yapılır ve basit insanlar bunu çok iyi anlar. "Ayna" bu anlamda biraz da Rusların hikâyesidir. Pişmanlıklarının hikâyesi. Salondaki eleştirmenler filmden hiçbir şey anlamadıkları halde, ilköğrenimini bile bitirmemiş bu kadın bize kendi gerçeğini, Rus halkının pişmanlığı gerçeğini söylüyordu.»
Bu filminde “kullandığı geriye dönüşler ve düş sekansı kavramlarıyla zaman kavramını silikleştirir.” Ayna, sansür makamlarınca “fazla sübjektif” bulunur!
1979’a gelindiğinde “İz Sürücü- Stalker”e (1979) imza atar. Bizce Tarkovski’nin en ilginç ve değişik, aynı zamanda kendisini açıkça ifade ettiği filmdir Stalker! Film, mevzu olarak, Stalker’in bir “Bilim Adamı” ve bir “Yazar”ı Bölge adı verilen ve içinde insanların dileklerinin kabul edildiğine inanılan Dilek Odası’nın bulunduğu bir yere götürmek üzere rehberliğini anlatır… “Stalker - İz Sürücü”, acziyetin gücünden bahseder… Yine bizce Bilim Adamı’nın şahsında bütün bir bilim dünyasının ve Yazar’ın şahsında ise bütün bir edebiyat ve felsefe âleminin temsilini seyrettirir…
Ve ardından İtalya’da çektiği “Nostalji – Nostalghia” (1983)… Umûmiyetle bilinenin aksine, kendisi, yurduna duyduğu hasreti dile getirmez bu filmde; ilginçtir bu film hakkında ileri-geri yorum yapan birçok kimsenin, Tarkovski’nin “Diğer bir deyişle, kendi ülkemizde, yakınlarımızın yanında, mutlu bir aileye rağmen nostalji duyabiliriz. Çünkü ruhumuzun kısıtlandığını hisseder, onu istediğimiz gibi geliştiremeyeceğimizi anlarız. Nostalji, dünya önündeki bu güçsüzlüktür. Maneviyatını başkalarına iletememenin acısıdır” şeklindeki sözlerini nasıl da göremediklerine hayret ederiz! Hâlbuki, zannedildiğinin aksine, Tarkovski bu filmde bizzat aslî vatanını, -bizce- Allah yurdu’nu arar… “Hayatın mânâsını arayan bir yazar, yakında batacak olan dünya saplantısıyla aklını bozmuş ve medeniyeti ithâm eden tuhaf bir adama rastlar” tarzında, hakkında kabaca bir “ilk bilgi” verilebilecek bu film, bizce –yine Stalker gibi- ayrıca ele alınmaya muhtaçtır…
Son filmiyse, “Kurban - Offret – Sacrificatio” (1986)… “Issız bir yere çekilmiş olan İsveçli bir aydın, birden bire bir felaket (nükleer savaş!) haberiyle allak bullak olur. Ertesi gün, her şeyin eski hâline dönmesi şartıyla kendini fedâ etmeye yemin eder. Bu film, ürkütücü atmosferine rağmen, sonunda ferdin fedâkârlık etmesi suretiyle, yeni bir başlangıç ihtimâli doğacağına ilişkin ümitleri kuvvetlendirir…”
Görüldüğü gibi Tarkovski, 20. Yüzyıl’ın başından bugüne dek doğan bütün bir buhrana “şâhidlik” etmiştir… Filmlerinin hepsinin ortak noktası ölüm-kalım meselesidir; hepsinde, kendi kendileriyle hesablaşma içine girmiş ve tüm kaos’a rağmen ümidini kaybetmeyen karakterler vardır. “İkinci Dünya Savaşı’nı doğuran buhran” ve onun doğurduğu varoluşçuluk izlerine rastlanır burada…
Tarkovski’nin tüm karakterleri, diyebiliriz ki, neredeyse Karl Jaspers’in felsefesini ilke edinmişlerdir:
“Varoluşçu Karl Jaspers’e göre ağır hastalıklar, büyük suçlar, ölüm tehlikesi vesaire gibi varoluşa çarpan hadiseler ‘sınır-durum’dur”
Ölüm ve dünyanın yok olma tehlikesi Tarkovski’nin filmlerinde neredeyse “ana tema”lardır…
“Jaspers’e göre kişinin her an yorumlamak zorunda olduğu tek şey ‘varlığın şifresi’dir” (4)
Tarkovski’nin Andrey Rublev, Stalker, Solaris ve Kurban’ında hep bu mevzu işlenmektedir… Kurban filminde, İsveçli aydın, dünyanın varolmasına mukâbil kendini fedâ etmeye yemin eder. Kezâ, Nostalghia’daki yazar, hayatının mânâsını, bir başka ifade ile “varlığın şifresi”ni kurcalar…
Bizce Tarkovski, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun Karl Jaspers’in fikirlerinden bahsederken sözünü ettiği hükmün tam merkezindedir: “Jaspers’e göre kişinin her an yorumlamak zorunda bulunduğu tek şey ‘varlığın şifresi’dir. Kişi ancak bununla bilgi edinir, dış dünyayı algılayarak değil. Peki, bu bilgiyle nereye varır? O, bunu söylemese de, kestirmek güç değildir. Ama söylüyor: ‘aşkın kendinde varlık’a ki bu da Allah’ı hme tecrübesidir. Doğrudur, şifre çözmekle varılacak yer tam burasıdır…” (5)
Dipnotlar:
1- Andrey TARKOWSKY, Mühürlenmiş Zaman, (Çev: Füsun Ant), AFA Yayınları, 2 Basım. s. 48-49, İstanbul 1992
2- Salih MİRZABEYOĞLU, Damlaya Damlaya -Yılanlı Kuyudan Notlar-, İBDA Yayınları, İstanbul 1997
3- Burak ÇİLELİ, “Sinematografide Şiiriyet Çevresinde: Tarkowsky ve Sinema Dili”, Akademya Dergisi, Sayı 2, Nisan 1996
4- Salih MİRZABEYOĞLU, Büyük Muztaribler II, İBDA Yayınları, İstanbul 2004
5- A.g.e.
Bu yazı hazırlanırken başvurulan kaynaklar:
1- Bir Sineastın portresi: Tarkovski ile filmleri üzerine, "Les mardis du cinema", France Culture, Röportajı Yapan: Laurence Cosse, 7 Ocak 1986, Fransızca'dan Çeviren: Güven Güner, Eylül 1993, İstanbul
2- Andrey Tarkovski, Vikipedi, özgür ansiklopedi
3- Stalker filmi üzerine, Fatih Turplu, Eylül 2004, Bolu
http://www.biyografi.info/kisi/andrei-arsenyevich-tarkovsky
5.Barry Norman, 100 film, 100 yönetmen, Yeni Yüzyıl gazetesi kitapçığı Aylık Dergisi 58. Sayı - Temmuz 2009