Alain Tanner
60'ların sonu ve 70'lerin başında İsviçreli sinemacı Alain Tanner, "yeni İsviçre sineması "nın gelişmesinde ve yaygınlaşmasında kilit rol oynadı. Ülkesinin en tanınmış yönetmenlerinden biri olmaya devam ediyor. Cenevre'de bir yazar/ressam ve bir aktrisin çocuğu olarak dünyaya gelen Tanner, Cenevre Calvin Koleji'nde ekonomi eğitimi aldı ve sinemaya ilgi duymaya başladı. Mezun olduktan sonra kısa bir süre deniz ticareti yapan Tanner, İngiltere'de İngiliz Film Enstitüsü'nde çalışmaya başladı ve burada bilgi departmanında arşivleri düzenlemek, yabancı filmlere altyazı eklemek, çeviri yapmak ve diğer görevlerde çalıştı. Tanner 1957 yılında Claude Goretta ile birlikte Nice Time adlı kısa bir Özgür Sinema filmi çekti. Film o yılki Venedik Film Festivali'nde ödül kazandı ve İngiltere'de eleştirmenlerden övgüler aldı. 1960 yılına gelindiğinde, birkaç ticari filmin yapımına yardımcı olduğu Fransa'da bir süre durakladıktan sonra İsviçre'ye döndü. Tanner Paris'te bir dizi önemli Fransız Yeni Dalga yönetmeni ve Fransız Sinematek'inin müdürü Henri Langlois ile tanıştı. Bu dönem Tanner için etkili bir dönemdi, ancak Tanner atmosferi fazla acımasız ve film yapımcılarını da kendi sosyalist duyarlılıkları için fazla "sağcı anarşist" buldu; yine de çalışmaları Godard, Renoir ve Bresson gibi yönetmenlerin izlerini taşıyordu. 1960'ta İsviçre'ye döndü ve Fransızca televizyon belgeselleri yapmaya başladı. On yıl boyunca bu türden 40'tan fazla film yaptı. Genç sinemacılardan oluşan Groupe Cinque'in bir parçası olan Tanner, ilk uzun metrajlı filmini Charles Dead or Alive (1969) ile yaptı. Film o yıl Locarno Film Festivali'nde birincilik ödülü kazandı. Sonraki iki filmini solcu sanat eleştirmeni John Berger ile yakın işbirliği içinde yazdı ve yaptı. La Salamandre (1971) ve Jonah Who Will Be 25 in the Year 2000 (1976), cinéma vérité ve fantezinin bir karışımıyla çekildi ve ütopik bir gelecek için idealizm ve umutla doluydu. Sonraki filmler çok daha az iyimser olmuş ve karışık eleştirilerle karşılanmıştır. Tanner'ın çalışmaları Bertolt Brecht'in çalışmalarıyla karşılaştırılmıştır, çünkü filmleri seyirciyi mesafeli tutmaya ve filmin gerçek olmadığının sürekli farkında olmaya çalışmaktadır.