Ross Bodine ve Frank Post, Walt Buckman'ın R-Bar-R çiftliğinde sığır çobanlığı yapmaktadır. Bodine yaşlıdır ve kovboyluk yapamayacak kadar yaşlandığında nasıl geçineceğini kara kara düşünmektedir. Post ise genç, atılgan ve ineklerle uğraşmaktan daha iyi bir hayat için hırslıdır. Kovboy arkadaşlarından biri bir ağıl kazasında öldüğünde, Post kendisi ve arkadaşı için daha iyi bir yaşam için bir yol önerir: bir banka soymak. Bodine isteksizce plana katılır ve ikili yerel bankayı soymayı planlar. Başlangıçta kaçmayı başarırlar, ancak Walt Buckman ve iki oğlu John ve Paul, kendi güvendikleri çalışanlarının bu ihanetine öfkelenirler. John ve Paul, Bodine ve Post'u adalete teslim etmek için yola koyulurlar.

Yerel bir suçluyu, kendisini asmak isteyen güruhtan kurtaran bir doktorun karakter çalışması olan filmde doktor, sırrını kötüye kullanacağı düşüncesiyle genç adamın hayatını kontrol etmeye çalışır.

Yakında Amerika'nın sınır folkloruna gölge düşürecek olan yeni nesil karanlık, düşünceli westernlerin öncüsü olan bu yıkıcı psikolojik destan, kanun kaçağı kahraman efsanesi için ölüm çanı gibi geliyor. Ahlaki açıdan en karmaşık rollerinden birinde Gregory Peck, kılıflarını çıkarıp yeni bir hayata başlamak isteyen, ancak itibarı onu kaçamayacağı bir şiddet ve intikam döngüsünün içine amansız bir şekilde çeken kötü şöhretli bir silahşor olan Jimmy Ringo'yu canlandırıyor. Stüdyo döneminin çok yönlü ustası Henry King tarafından sıkı bir verimlilikle yönetilen ve usta görüntü yönetmeni Arthur C. Miller tarafından çarpıcı, derin odaklı bir tarzda çekilen The Gunfighter, zorlu aksiyondan vazgeçerek suçluluk ve pişmanlığın ağıt dolu bir keşfini tercih ediyor. Savaş sonrası Amerika'nın kaygılı ruhuna hitap ediyor.

Nevada Smith - Nevada Katilleri, ailesi haydutlarca katledilen bir delikanlının intikam için kendini yetiştirmesi ve haydutların peşine düşmesini konu ediniyor.

Richard Widmark, bu sert gerilimde tehditkar bir şekilde sırıtan, kıkırdayan psikopat Tommy Udo (onu büyükannenizin yanına yaklaştırmayın) olarak unutulmaz dönüşüyle Akademi Ödülü'ne aday gösterilerek beyazperdeye sansasyonel bir çıkış yaptı. Noel arifesinde suçüstü yakalanan mücevher hırsızı Nick Bianco (Victor Mature), daha hafif bir ceza karşılığında suç ortaklarını bilgilendirmeyi kabul eder. Ancak ihanet ettiği suçlulardan biri -gülen, serseri mayınlı katil Udo- beklenmedik bir şekilde serbest bırakıldığında, Nick ve ailesi kendilerini ani bir tehlikenin içinde bulur.

How the West Was Won - Batının Zaferi, 1839 ve 1889 yılları arasında Amerika'nın batısına doğru yayılan insanların destansı öykülerini anlatırken, bu kıtanın tarihinin mihenk taşları olan Amerikan İç Savaşı, Altına hücum, demiryollarının inşası ve Kızılderili savaşları gibi olaylara da değinir. Film, Cinerama tekniği ile çekilmiş ilk birkaç filmden biridir.

Marlon Brando elbette rol yapabilir. Aşk ve İntikam, Brando'nun ilk yönetmenlik denemesinin yol açtığı en büyük soru şuydu: film yönetebilir mi? 50'lerin başlarında Amerikan sinemasında Stanislavsky Metodu'nu popülerleştiren adam olan Brando, filmin açılış sahnesinde eşsiz tarzını özetler. Yavaş yavaş bir muzun tadını çıkarırken, kamera geriye doğru kayarak, canlandırdığı karakter Rio'nun, bir banka soygunu olduğu ortaya çıkan durumda nasıl da sakin olduğunu vurgular. Gülümser ve kamera hareketi "genel çekimle durur. Kadın müşterilerden birinin yüzüğünü almadan evvel, meyvesinin son lokmasını yutar.Bu muhteşem sahne, aynı sürede Rio'nun ortağı, sert ve kavgacı Dad Longworth'u (Karl Malden), bir western'in acelesiz temposuyla gösterir. Bundan sonra Brando'nun yönettiği ilk film Meksika'nın kuzeyinden Monterey'e uzanan bir intikam fantezisine dönüşür. Sorunlu bir yapım olduğu söylense de Aşk ve İntikam, muhteşem tasarım öğeleri barındırır, parlak bir şekilde Malden'i tipine ters bir şekilde kötü adam rolünde oynatır ve bunların dışında, beligin bir biçimde azimli bir ahlaki belirsizlik, görsel güzellik ve karakterlerin eylemleri için inandırıcı nedenler içeren bir izlence sunar.Öykünün geri kalanının ana hatlarına gelince, Dad sonunda Rio'ya kazık atar ve onu yaşam boyu sürecek bir garezin tohumlarının atıldığı bir Meksika hapishanesinde bırakır. Rio hapisten kaçana dek aradan 5 sene geçer, intikamını almaktan hiçbir şeyin döndüremeyeceği Rio, Bon Amory (Ben Johnson) liderliğindeki bir suçlu çetesine girer ve hareket peşindeki grup Kaliforniya sahillerine gider. Monterrey'de nihayet, artık Meksika kökenli karısı Maria (Katy Jurado) ve ergen yaştaki üvey kızı Louisa'yla (Pina Pellicer) yaşayan ve bölgenin şerifi olan Dad'i bulurlar. Rio arkadaşmış gibi davranır. Dad geçmişi hakkında yalan söyler. Bob bir banka soymayı planlar ve Louisa afili kanun kaçaklarının etkisine kapılır. Doğal olarak, diğer adamların tümü çeşitli kötülüklerin peşinde ölürken, Rio hak ettiği iyi sona kavuşur.

Gerçek bir olaydan uyarlanan film; iyi kalpli bir rahibin cadde köşesinde beklerken öldürüldüğü sakin bir Connecticut kasabasında başlar. Halk korkmuş, polisin hareketini beklemektedir. Görgü tanıklarının tümü, katil olarak kasaba dışından gelmiş gergin John Waldron (Arthur Kennedy)u gösterir. Waldron cinayeti şiddetle inkar etse de kimse ona inanmayacaktır. Ardından Bölge Savcısı Henry Harvey (Dana Andrews) davayı üstlenir ve Waldronun masumiyetini kanıtlama çabasında politik muhalefetlere göğüs gerer.

20’sini doldurmasına ramak kalan genç kız, kocasına kendisini çocuk olarak görmesi gerektiğini belirtir ve onunla seks yapmak istemez. Bir anlaşmayla 2 yıl kendinden uzak tutar. Ancak gösterdiği kadar da çocuk değil, genç bir kadın olabileceğini müdürle olan ilişkisinden yavaş yavaş anlamaya başlarız. Tabi bunu gören kocası için bu durum bir çıldırış olur. Diğer taraftan müdürle karısının ilişkisi de pek umut verici değildir.

New York'ta polis departmanında dedektiflik yapan Mark Dixon, kaba davranışları sebebiyle terfi hakkını kaçırmıştır. Amiri ondan bir cinayet davasıyla ilgilenmesini ister ancak Dixon kendini kanıtlamak isterken yanlışlıkla bir adamı öldürür. Dixon, kendini temize çıkarmak için sahte deliller yaratmaya çalışacak fakat planları babasını öldürdüğü evli kadına âşık olmasıyla sarpa saracaktır.

Peder Logan'ın huzurlu ve sıradan hayatı, kendine gelen bir suçlunun günah çıkarması ile değişir. Adam kendisinin bir cinayet işlediğini itiraf etmiştir. Peder Logan bu vaziyet karşısında ahlaki bir çelişkiye düşer: Din adamı olan tarafı kendisine güvenerek bunu itiraf eden suçluyu ele vermemek gerektiğini söylerken, bir yurttaş olarak durumu yasa adamlarına ihbar etmesi gerektiğini düşünmektedir.Bütün bunları kendi içinde yaşayan Logan, bir müddet sonra polislerin kuşkusunu üstüne çeker. Hem de cinayetin tek sanığı konumuna gelir. Bununla beraber Logan hala suskunluğunu korumaktadır. Suçlunun kendisi olmadığını ispat etmek için başka bir yol bulması gerekecektir.

ömürboyu hapse mahkum edilen Robert Stroud, bir gün kaldığı hücreye yaralı bir kuş gelir ve onun yaralarını iyileştirir. Zamanla kuşlar konusunda uzmanlaşan Stroud, artık kuşlar konusunda bir eksper olmuştur.Hapishanede zor şartlarda yaşayan Stroud kuşlara daha fazla ilgi göstermeye başlar. Alcatraz'a nakledilen Stroud, burada da kuşlara olan ilgisinden vazgeçmeyecektir.

Film 1943 senesinde II. Dünya Savaşı'nın Kuzey Afrika cephesi ile başlar.Savaş tarihinin en eksantrik komutanlarından biri olan Tankçı General George S. Patton Jr. (George C. Scott) 'ın karşısında Çöl Tikisi lakaplı ünlü Alman Mareşali Rommel (Karl Michael Vogler) vardır. Askeri dehasının yanı sıra savaş tarihini de çok iyi bilen Patton, Rommel'in yazdığı kitapları da okumuştur ve onun taktiklerini kullanarak 'Çöl Tilkisi'ni Kuzey Afrika'dan sürer. Bu başarısı üzerine korgeneralliğe terfi ettirilerek Sicilya 'ya gönderilir. Burada Müttefiklerin diğer bir ünlü komutanı İngiliz mareşali Montgomery (Michael Bates) ile bir rekabete girer. Kimi zaman üstlerinin emirlerine itaatsizlik eden, bencil, boşboğaz ve küfürbaz bir asker olan Patton'un bu huyları onun askeri dehasının önüne geçer. Disiplin takıntısı yüzünden bir hastane teftişi esnasında korkaklıkla suçladığı hasta bir eri tokatlaması ve ona herkesin içinde hakaretler yağdırması kariyerini tehlikeye sokar.

Profesyonel bir poker oyuncusu olan ve The Cincinatti Kid lâkabıyla tanınan Eric Stoner (Steve McQueen), ülkedeki en iyi pokerci olduğunu kanıtlamak için, büyük poker ustası Lancey Howard'ı (Edward G. Robinson) yenmek üzere New Orleans\\'a gelir. Burada, eski arkadaşı Shooter'ın (Karl Malden) yardımıyla, poker dünyasının en büyük isimlerinin kapıştığı masaya oturma fırsatını yakalar.

Her şey bir cenaze töreninde başlar. Edie ve Margaret fiziksel olarak tıpa tıp benzeyen ikiz kardeşlerdir ve 18 yıldır görüşmemişlerdir. Margaret vurdum duymaz, zengin ve duygusuz, Edie ise hassas ve para sorunları olan zıt karakterde iki kardeştir. Bundan yirmi yıl önce Edie, Margaret’in kocası Frank DeLorca’ya âşık olmuş fakat kardeşi Margaret Frank DeLorca ile evlenerek çok lüks bir hayat sürmüştür. İşte bu iki kız kardeşin 18 yıl önce karşılaştığı cenazeyse beklenmedik bir zamanda ölen Margaret’in kocası Frank DeLorca’nın cenazesidir. Bu cenazeden sonra bir araya gelen kız kardeşlerin hayatı bir anda değişir, ama ne değişim. Üst üste işlenen cinayetler ve ardı ardına gelen entrikalar. Her şey cenazeden sonra bir anda çığrından çıkar.Filmi baştan sona merakla izlettiren iyi bir senaryo ve her iki rolde de mükemmel bir oyunculuk sergileyen Bette Davis. Dönemin teknik olanaklarının çok üzerinde bir yapım var karşımızda, özellikle aynı oyuncunun karşılıklı oynadığı ikiz sahnelerinin başarısından dolayı yönetmen Paul Henreid büyük övgü almıştı.Film ilk kez 1946 yılında A Stolen Life (Çalıntı Hayat) adıyla Meksika yapımı olarak seyirciyle buluşmuş ve başarısı üzerine 1964 yapımı bu Amerikan versiyonu çekilmişti. Dead Ringer adıyla çekilen film, gerek oyuncu kadrosu gerekse yönetimiyle ve teknik başarısından dolayı gişede büyük başarı elde etmiştir.

Missisipi'de okul yaşındaki bir delikanlıyı baştan çıkarttığı için başı derde girmiş olan yaşça geçkin ama çekici Blanche DuBois, New Orleans'ın Fransız mahallesinde yaşamakta olan hamile kız kardeşi Stella'nın yanına gelir. Oysa Stella'nın kaba saba bir delikanlı olan kocası Stanley Kowalski, Blanche'ın güneyli nezaketinden hiç hoşlanmamaktadır.

Joey Doyle, rıhtımda öldürülür ve kimse ölüm hakkında bir şey anlatmaya cesaret edemez. Terry Malloy ise bu limanda çalışan bir işçidir ve aynı zamanda eski bir boksördür. Terry kısa zamanda, limandaki patronların dikkatini çeker. Bu sendika ağaları limanda kendi düzenlerini kurmuştur. Fakat, Terry onların sandığından çok daha güçlü bir karakterdir.

Billion Dollars Brain (Milyon Dolarlık Beyin) adlı 1967 yapımı bir casus filmi. Bu tür romanların usta yazarı Len Deighton'un kitabının popülaritesiyle ortaya çıkan Harry Palmer tiplemesi 1960'lı yıllarda üç filmde çıkmıştı sinemaseverlerin karşısına. Bunlardan ilki unutulmaz The Ipcress File, ikincisi Funeral In Berlin, sonuncusu da Ken Russell'ın elinden çıkma, Billion Dollar Brain adlı filmdi.Bu kez ajan Palmer, ajanlıktan emekli olmuş ve özel dedektiflik yapmaktadır. Bir şantaj sonucu yeniden hükümet adına çalışmak zorunda kalan ve büyük bir savaş tehtidinin arkasındaki bilgisayar şebekesiyle mücadele edecek olan Harry Palmer'ı yine oldukça zor bir görev beklemektedir. Filmde, ajan Harry Palmer'ı canlandıran Michael Caine ve Karl Malden'ın performansı dikkat çekecek derecede başarılıdır.