Açıkçası, üçü hakkında da tartışılacak çok fazla ayrıntı var. Zaten Almodóvar sinemasının en büyük özelliklerinden biri de bu. Kendine has yapısı ile tek bir görselin bile filmlerinden birine ait olduğunu anlamak oldukça kolay. Dolayısıyla kategorize ederek açıklama yapmanın hem anlatıyı hem de anlamı gözlemlenebilir tuttuğunu düşünüyorum.
- 1. Karmaşık Anlatıların Sağladığı Bütünlük, Kaybedilenlerin Anılması ve Travmanın Bileşenleri
Bir olayı tanımlamanın farklı yolları vardır. Örneğin, zamanın eğrisini bozmadan açıklayabilir, olayları tamamen, olduğu haliyle açıklayabilir veya zamanı kendi lehinize eğip bükebilirsiniz. Almodóvar, aynı anda birçok seçeneği kullanmayı tercih eden yönetmenlerden biri. Öyle ki, karmaşık anlatılarıyla hikayeyi benzersiz ve güçlü hale getirebiliyor. The Skin I Live In, bunun başarılı bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Filmde olayların gidişatını olduğu gibi kabul ettiğimiz anda, bunların bir geçmişe dayanmışlığıyla sarsılıyoruz. Peki neden ilk başta böyle kabul ettik?
Belki de anlatıdaki olgunluk bunun cevabıdır. Başarılı bir plastik cerrahın (Antonio Banderas) kendine ait bir nedeni olduğuna inanıyor ve daha önce, öncesini ne kadar merak etsek de sorgulayamıyoruz. Çünkü aklımızı yoran ve dolduran birçok farklı ayrıntıyla karşılaşıyoruz. Olayların bize hatırlama tekniğiyle değil, zaman içinde bir anlayış biçimiyle yansıtılması da farklı bir yöntemdir. Elbette karmaşık anlatım olarak kabul edilen tekniklerden biri olarak geri dönüşlere (flashbacklere) maruz kalıyoruz ve bu unsurlar bile hikayeyi bir noktada zihnimizde birleştirmemizi kolaylaştırıyor. Karakterler arasındaki psikolojik geçişlere tanık oluyoruz. Ancak şimdi düşündüğümde bunun başarılı bir geçiş olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Aynı zaman diliminden bir hikaye izliyormuş gibi hissettiğimiz anlarda, aslında geçmişten sahneler izliyoruz. Bu, aynı zamanda geri dönüşlerin, hikayedeki önemini ve uzunluğunu da gösteriyor.
Bana kalırsa Almodóvar, flashback tekniğini sadece akışta beliren sahneyi dondurarak ve zaman atlaması yaparak izleyiciyi geçmişe götürerek yapmıyor. All About My Mother filminde gördüğümüz gibi, bir fotoğrafla zamanda geriye gidebiliriz. Ya da Manuela’nın çoğu zaman kendisiyle konuşurken bile geçmişini anlatmak için duraksadığını ve bu biçimde izleyiciye geçmişini aktardığını görebiliriz. Fakat açıkçası, Almodóvar’ın bu çalışmasındaki karmaşık anlatı, bundan daha açık bir örnekle açıklanabilir. Karmaşıklığın faydalarından biri dağınıklıktır. Bir öznenin, bir karakterin veya bir nesnenin çözülmesi ve nihai olarak birleştirilmesidir. Manuela’nın (Cecilia Roth) Barselona’ya gitme amacındaki kopukluk, filmin sonunda bizimle birleşiyor. Ancak o zamana kadar bu hedefi gerçekleştirene kadar birçok olayla karşılaşır. Birçok konuda yer alır ve birçok yaşamda yaşar. Bir sürü kadın. Manuela’nın etrafında biriken bu kadınlar ona hayatlarından bir parça veriyorlar. Anlam dağılıyor. Manuela birçok hayatı aynı anda yaşarken buluyor kendini ama sonunda toparlanıyor ve asıl amacının farkına varıyor. Elbette bu kadar etkileşimden sonra geldiği gibi Madrid’e dönmesi mümkün olmayacaktır. Bazı kayıpların yerleri değişiyor, doluyor.
Boşlukları doldurmak da her zaman aynı şekilde olmaz. Ve bazen bazı şeylerin boş kalması daha iyidir. Boşluğu doldurma eyleminin de bazı sonuçları vardır. Örneğin Volver’ da bir baba figürünün eksikliğini gidermeye çalışmak ölümle sonuçlanır. Kızın babasını öldürmesi, ardından basit bir ergen dalgasındaymış gibi hayatına devam etmesi ve hatta dondurucuda bir ceset varken Raimunda’nın (Penélope Cruz) sakin tavrı travmaya verilen çeşitli tepkileri ortaya koyuyor. İlginç bir şekilde, izleyici o anlarda bunu düşünmüyor. Yine, bize odaklanmamız gereken çok fazla ayrıntı bırakıyor Almodóvar. Bu nedenle ağırlıklı olarak üzerinde durduğumuz konu ölüm değil annelik oluyor.
Kayıpların anılması, özellikle Volver’de önemli bir konudur. Filmin geleneklerden vazgeçmeyen bir yapısı var. Mercedes Caminio bunu şöyle açıklıyor:
”… Tanrı’nın iradesini yerine getiren toplayıcıların faaliyetleri, ispanyol takviminin en önemli anılarından biri için gerekli olan Volver’deki mezarları temizleyen kadınlarla bağlantılı. Tüm Azizler Günü ve Ölüler Günü olan 1 ve 2 Kasım’da İspanyol mezarlıkları, ritüel anma yoluyla yaşayanları ölülerle birleştiren dini ve ailesel kutlamalara ev sahipliği yapıyor. Bu ayinler, Volver’ın gösterdiği gibi, nesiller boyunca köprü görevi gören, mezarları taze çiçeklerle temizleyen ve süsleyen, paylaşacak yiyecek ve tatlılar hazırlayan kadınların aracılığındadır.’’
Bu durumda şuna varabiliriz; All About My Mother’da ölümü anma ve ölüyü rahat ettirme çabası travmanın etkisiyken, The Skin I Live In’de ölüm sonrası travmanın etkilerini gözlemliyoruz. Hepsinden farklı olarak Volver’da bir travmanın diğerinin garipliğini kırarak onu basit ve sıradan hale getirdiğini görüyoruz.
- 2. Camp & Kitsch, Queer ve Annelik: Görselleri Harmanlama Başarısı
Herhangi bir filmin herhangi bir dakikasından alınan bir görsel yeterli başarı ve deneyime ulaştıysa, filmin hangi yönetmene ait olduğunu bilmek ve söylemek kolaylaşır. Pedro Almodóvar için bunu birçok farklı cümle ile açıklayabiliriz. Örneğin Mercedes Camino bunu tek kelimeyle “ espanolidad ” (İspanyolluk) diyerek açıklıyor. Fazla İspanyol. Duyduğum en iyi betimlemelerden biri. Evet, Pedro Almodóvar yarattığı renk cümbüşü ile ne kadar İspanyol olduğunu kanıtlıyor. Seçtiği konular, yerler ve olayların geçtiği zaman dilimleri İspanya’nın gerçek durumunu vurguluyor. Öznelerin ve nesnelerin gerçeklikle uyumu hakkında konuşmuyor. Çünkü kurgu ve gerçekliğin iç içe geçtiği anlar vardır. Tıpkı The Skin I Live In’deki gibi.
Söz konusu olan hayattaki her şeydir. İspanya’daki hayata dair her şey. İspanya bana müziği, renkleri, desenli kıyafetleri, kabarık saçları ve dans eden insanları hatırlatıyor. Bu yüzden Almodóvar, sadece olayı canlandırmaktansa zihnimde bana bir ülke göstermeyi de tercih ediyor. O anın büyüsüne kapılıyorum. Etrafımda gözüme çarpan, her sahnede bir resim izlediğim hissiyle etrafımı saran birçok ayrıntı var. Renkler iç içe geçiyor, uyumla dans ediyor.
Camp & kitsch unsuru, Almodóvar sinemasının öne çıkan özelliklerinden biri. Almodóvar bunu karakterlerin duygusal geçişlerini ve karakter derinliklerini anlatmak ve bence çoğu zaman da ne kadar cesur olduğunu kanıtlamak için kullanıyor. Çok fazla renk, abartılı dekorasyon ve göz alıcı cesaret. Camp & kitsch kavramını özetleyecek olursak bunları söylemek pek de yanlış olmaz.
Almodóvar bu unsurları çoğunlukla parlak ve ayırt edici renkler, melodramatik eylemlere eşlik eden nesneler ve hikayenin akışına uygun bir renk paletinde kostümlerle karşılıyor. Karakterin neşesini, hüznünü ve acısını en üst düzeyde, en tepede yaşatmayı hedefleyen ve göstermekten kaçınmayan bir yönetmenden böyle ikonik bir anlatım yöntemi beklenir elbette. Kendisi ile bir bütün haline getirdiği bu unsuru, karakterlerinin olaylara tepkileri ve somut dünyayla olan bağlantıları ile de yakından ilişkilendirir. Almodóvar ayrıca bu renk skalasını karakterlerin cinsel ifadeleriyle de ilişkilendiriyor. Renkler bize Almodóvar’ın cinselliğe bakış açısını gizlemeden veriyor.
Yönetmenin camp & kitsch unsurunu sık kullanmasının ve benimsemesinin bir başka nedeni de geleneğe isyan etme eğiliminden geliyor. Daha önce seçtiği konular ve göstermek istediği detaylar toplumda olduğu gibi, halihazırda kabul edilmiş biçimiyle genel geçerliğe itiliyor; aranmıyor, sır haline geliyor ve önemini yitiriyor. Onları daha güçlü görsel öğelerle betimleyerek, hikayeyi daha ilginç hale getirerek ve izleyiciyi kendi fazlalığıyla sararak anlatıyor.
The Skin I Live In; absürt, etik olmayan, kabul edilemez bir zihnin ürünü gibi görünebilir. İntikam ateşiyle dönüştürdüğü bir bedene aşık olan bir babanın hikayesi, yazması ve hayal etmesi zor bir hikaye. Toplumun gözleri açık izlemesi zor bir film. Bunu daha da yoğun ve etkili kılmak için yine aynı öğeye başvurur: Zaten beklenmedik sonlar ve hikayenin devamında bizi şaşırtan olaylar camp & kitsch’in diğer özelliklerinden birkaçıdır. Bu filmde cinsellik hakkında konuşmak hem rahatsız edici hem de birçok yönden bir özgürlük duygusu aşılayan bir yalınlıkta. Erkek atanmış cinsiyetli bir bireyin kadına fiziksel dönüşümü, toplumda yargılanmaması gereken bir konudur. Ancak bu filmde Almodóvar bunu zorluyor ve cinsiyetlerin ve cinselliğin kelime kalıplarını yıkmaya çalışıyor.
Bu konuyu “Queer” başlığı altında incelersek, All About My Mother filminde daha açık ve net bir örnekle karşılaşacağız. Kendilerini tamamen kadın olarak tanıtan ve toplum tarafından bu şekilde kabul edilen bir grubun kendilerine fahişe damgası vurması ironiktir. Bunun bir meslek olduğunu kabul etmeleri toplumsal bir farktır. Oyunculardan birinin trans bir kadından isteği bize bu farkın hala pek aşılmadığını hatırlatıyor.
Bahsetmek istediğim bir diğer unsur da Almodóvar’ın anneleri. Filmlerinde annelik, anne olmak ve bunun sonucunda bir kadına verilen görevler oldukça net bir şekilde veriliyor. Anneler çalışkandır, acı çekerler. Almodóvar’ın filmlerinde anneler her zaman kendinden vazgeçen ve en çok çabalayan karakterlerdir. Bir bakıma bu konuyu kadınlıkla da çok güzel ilişkilendiriyor. Öyle ki Volver’ın ilk sahnesinde kadınlar mezarlar düzenliyor. Yaşayanlar için harcadıkları emek ve fazla mesai ölüler için de devam ediyor. Yine aynı filmde kızını korumak için olası bir tutuklama durumunda suçu tamamen kendi üzerine alan bir anneye tanık oluyoruz. Aynı konunun yansımaları olarak All About My Mother, adından anlaşılmasının yanı sıra, sahiden de annelik kavramının ağır ağır koktuğu bir yapım. Aynı filmde anneliğin birçok aşamasına tanık oluyoruz. Oğlunu kaybetmiş bir anne, hamile bir anne, kızına yeterince iyi davranmayı, onu korkutmayı öğrenememiş bir anne. Ve tanık olduğumuz son tipleme, doğum yapmadan dahi hissedilebilen annelik duygusu. Kadınlıkta yattığına inandığı bu kriter, Almodóvar’ın aniden ve tekrar tekrar annelik duygusunu kadın karakterine bağlamasıyla belirginleşiyor.
The Skin I Live In’de ise bir annenin sırlarla dolu hayatı ve iki farklı haliyle hissettiği annelik kavramı bizi karşılıyor. Başıboş bir çocuğu iyi bakılmış bir çocukla karşılaştırıyor Almodóvar. Bununla birlikte, buna rağmen, annelik kavramının varlığında ve yokluğunda ne tür bir travmatik etkinin ortaya çıkacağını, bunun sonuçlarının ne kadar ileri gidebileceğini görüyoruz. Yine de şunu belirtmekte fayda var: Kadın karakterine dayatılan bu kadınsı ve annelik tutumları birçok farklı kavramla birleştirilse bile kabul edilmek ve unutulmamak için en cesur haliyle ifade ediliyor. Bu da bizi Almodóvar sinemasında bir üslup unsuru olarak camp & kitsch’in yansımalarına geri götürüyor.
- 3. Almodóvar’ın Melodramlarında Şiddet ve Cinsellik
Toplumlar artık şiddetin sadece fiziksel olmadığını kabul ettiler denebilir. Ancak bu, fiziksel şiddetin ortadan kalktığı ve gelişen dünya ve teknoloji ile şiddetin sadece psikolojiye indirgendiği anlamına gelmez. Genellikle bu ikisi aynı anda olur. Aynı şekilde fiziksel şiddet de sadece kavgada birbirini yaralayan iki kişinin ifadesinde kullanılamaz. Bir bedeni esir almak, beden üzerinde deneyler yapmak da şiddetin farklı bir boyutudur. Ancak psikolojik şiddet daha kapsamlı ve derinlemesine bir konu elbette.
The Skin I Live In ise genel anlamıyla -benim yorumuma göre- gerçek bir şiddet filmi. Bunu estetik bir dil ve sanatsal bir anlatımla izleyiciye ulaştırması, genel olarak bakıldığında şiddet içeren bir film olduğu gerçeğini gizleyemez. Pek çok farklı unsurla kurgulanmış, şahsi görüşüme göre en başarılı anlatım dillerinden birine sahip, görsel olarak beni çok tatmin eden bir film olmasına rağmen gerçekten hoşuma gitse de gerçek bir şiddet filmi. Şiddetin ne kadar absürt ve kurgusal olarak karşımıza çıkabileceğini görüyoruz.
Bunun üzerine bir de Almodóvar bu kavramı cinsellik ile birleştiriyor. Almodóvar Sineması’ nın genel bir yorumunu yapmak gerekirse, bu noktada Almodóvar’ın cinselliği ve şiddeti neredeyse her zaman bir arada, sanki ayrışmamış gibi ortaya koyduğunu görebiliriz. Almodóvar’ın bunu bir isyan olarak da yaptığı açık. “Bunu yaparken, filmin nihayetinde reddettiği şey unutkanlık ve tutarlılık şiddetidir – İspanya’nın geçmişi inkar edecek bir yerden değil, acı verici bir tanınmayı canlandırmaya ve sürdürmeye davet eden, tamamen farklı bir politika öneren bir yerden ilerlemesi için açık bir davet. Bu amaçla film, bir tanınma etiğinin temellendirilmeye devam etmesi gereken yer olarak somutlaştırmada ısrar ediyor.’’ diyor Camino. Almodóvar’ın bu amacının açıklığını bu cümlenin anlamında da görebiliriz.
Ve ölüm. Şiddetin son hali, son görünüşü. Volver’da net ve düzenli bir şekilde işleyen şiddet yok, görsel olarak karşılaşmıyoruz. Ama yolculuğumuza bir cesetle başlıyoruz. Burada cinsellikle uyumlu pek bir şey yok. Kadınlık ve annelik kavramlarıyla daha yakından karşı karşıya kaldığımız bir olay anlatıyor bize Almodóvar. Ve All About My Mother hakkında ise görünen konu aşağı yukarı, bir insanın kendine uyguladığı şiddet olarak tanımlanıyor benim zihnimde. Herhangi bir anda karşımıza çıkan bir şiddet biçimi bu, fiziksel ve psikolojik olarak aynı anda karşımıza çıkabilen bir şiddet biçimi. Rosa’nın (Penélope Cruz) içinde bulunduğu fiziksel acı, kendisine eklediği, acısını artıran psikolojik faktörler söylediklerimi örnekleyebilir.
Yine de Almodóvar’ın dikkat çektiği unsurlar bana her zaman huzuru ve mutluluğu hatırlatmıştır. Sanırım nedenini şöyle açıklayacağım: Kendilerini özgürce ifade etme fırsatına sahip olan trans bireyler çoğunlukla kabul edilmekten endişe duymuyorlar, hikayelerde onlar bizimle, oldukları ve olmaları gerektiği gibi. İtiraf etmekten hoşlanmasam da Almodóvar’ın sinemasında gördüğüm diğer benimle bağdaşan konu da aklımın derinliklerinde yatan annelik ve kadınlık kavramlarının iç içe geçişi.
Almodóvar bana özgürlüğü hissettirirken aynı anda beni yere de çiviliyor.
kaynakça
İclal Şeneser
www.ucuncusinema.com’dan alınmıştır.