27 Temmuz 2025
516 Okunma
Night of The Hunter (Caniler Avcısı)'ın 70. Yılında, Tek Filmle Unutulmaz Olan Yönetmenleri Selamlıyoruz.
Neden pek çok ilk film yönetmeni bir daha asla ikinci bir film çekemez?
Şöyle ki, tabir yerindeyse, ilk izlenim için yalnızca bir şansınız vardır. Eğer bu izlenim, dönemin izleyicileri için kötüyse, bir yönetmenin henüz kariyeri başlamadan sonlanması için bu yeterli olabilir. Tıpkı onlarca yıl sonra bir “klasik” olarak yeniden değerlendirilen filmlerde olduğu gibi.
İşte bu kader, 26 Temmuz’da 70. yaşını dolduracak olan Caniler Avcısı (1955) ile Charles Laughton’a da uğradı. Deneyimli aktör, sinema yönetmenliği fikrinden heyecan duyuyordu ve hatta sonrasında çekeceği bir sonraki projesi bile hazırdı. Ne var ki Caniler Avcısı, gişede beklenenin çok altında bir performans gösterdi; öylesine zamanının ötesindeydi ki, ne sevildi ne de anlaşılabildi. Bu hayal kırıklığı, Laughton’ı bir daha denemekten alıkoydu. Bugün bu büyüleyici ve tuhaf filmi izlerken, ondan mahrum bırakıldığımız diğer yapıtları düşünmek, bir haksızlık hissi uyandırıyor.
Aşağıda listelenen “tek filmciler”in hepsi ikinci bir şans istememiş olsa da, işler biraz farklı gitseydi neler olurdu sorusuyla tetiklenen kayıp potansiyel hissi, onların filmlerini ilginç kılan en önemli unsurlardan biri. Ayrıca, tıpkı Laughton gibi, bu yönetmenlerin çoğu zaten başka bir sanat dalında – oyunculuk, yazarlık, tasarım, yapımcılık – tanınıyordu. Yönetmenlik denemeleri bazen uzun ve çeşitli kariyerlerinde yalnızca bir dipnot olsa da, bilindik yaratıcı figürlere farklı bir ışık tutmaları, bu filmleri aynı zamanda aydınlatıcı tarihî belgelere dönüştürüyor.
İşte, gönüllü ya da değil, yalnızca tek bir film çekmiş 10 usta yönetmenden 10 büyük eser:
Yönetmen: Mario Peixoto
Mario Peixoto, 83 yıllık yaşamının büyük bölümünü şair olarak geçirdi ve bu duyarlılık, onun tek uzun metraj filmine de sinmiş durumda. Bir derginin kapağında gördüğü André Kertész fotoğrafından (bir erkein kelepçeli ellerinin bir kadının boynuna dolanmasını gösteren ve filmin açılış sahnesinde yeniden canlandırdığı bu görüntü) ilhamla kurguladığı Limite, bir sandalda mahsur kalan iki kadın ve bir erkeğin hikâyesini anlatıyor. Büyüleyici avangart geri dönüşler aracılığıyla, oraya nasıl geldiklerini keşfediyoruz.
Peixoto, Limite‘yi çektiğinde yalnızca 22 yaşındaydı ancak ömrü boyunca bu filmi tanıtmaya çabaladı; 1965’te, efsanevi sessiz film yönetmeni Sergei Eisenstein’ın sözde filmi övdüğü sahte bir çeviri makale bile uydurdu. Oysa böyle bir hileye hiç gerek yoktu. Filmin rüyamsı lirizmi, gösterime girdiği günden bu yana geçen yaklaşık bir asırda Martin Scorsese ve Walter Salles gibi pek çok ünlü hayran kazandı. Düzenli olarak Brezilya sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak anılıyor.
Yönetmen: Peter Lorre
Hollywood’daki oyunculuk kariyeri önemli ölçüde yavaşlayan Peter Lorre, memleketi Almanya’ya dönerek The Lost One (Kayıp) filmini yönetti ve senaryosuna da katkıda bulundu. Kendisini, II. Dünya Savaşı sırasında sırlarını karşı tarafa satarken yakaladığı nişanlısını öldürdükten sonra suçluluk duygusuyla kıvranan bir Nazi bilim insanı olarak oynadı.
The Lost One‘ı çektiği sırada Lorre, 20 yılı aşkın süredir sinemanın vazgeçilmez yüzlerinden biriydi. Kendine özgü ağırbaşlılığını derinden kavramış olması, hem en iyi performanslarından birini sergilemesini sağladı hem de bazıları M (1931) filmindeki yıldızını parlatan rolüne gönderme yapan son derece çarpıcı sahnelerin ortaya çıkmasına katkıda bulundu. Ancak Almanya’nın hâlâ savaşın etkilerinden sarsıldığı ve ulusal ruh halinin daha çok kaçış temalı eserlere yöneldiği bir dönemde, savaş suçluluğu ve unutmanın imkânsızlığı gibi ağır temalar barındıran film gişede beklenen başarıyı gösteremedi. Lorre de Amerika’ya geri döndü ve kariyerinin geri kalanını ağırlıklı olarak televizyon projelerinde çalışarak geçirdi.
Yönetmen: Charles Laughton
Tıpkı Peter Lorre gibi, Charles Laughton da kendi filmini çekmeden önce on yıllardır sinemanın tanıdık yüzlerinden biriydi. 1950’lerin başında sahne yönetmenliğine adım atmış ve The Caine Mutiny Court Martial (1953) gibi prodüksiyonlarla başarı kazanmıştı. Bu deneyimini çok iyi bildiği sinema diline aktarmaya hevesliydi ve Davis Grubb’ın romanının eline geçmesiyle beklediği fırsatı yakaladı.
Robert Mitchum‘un, hapisten çıktıktan sonra rahip kisvesine bürünüp kadınlarla para için evlenen ve onları öldüren bir suçluyu canlandırdığı Gece Avcısı, son kurbanının (Shelley Winters) çocuklarının gözünden anlatılan, ürkütücü derecede güzel görüntülerle bezeli ve Mitchum’ın kariyerinin en parlak performansını barındıran, bir tür karanlık masaldı. Günümüzde dönemin en etkileyici filmlerinden biri olarak kabul edilse de, o dönemde hem eleştirmenler hem de seyirciler tarafından büyük bir hayal kırıklığıyla karşılandı. Bu tepkiler, Laughton’ın sinema yönetmenliği hevesini kursağında bıraktı ve bir daha kamera arkasına geçmeyerek kariyerine sadece sahnede devam etti.
Yönetmen: Marlon Brando
Marlon Brando, yönetmen koltuğuna oturduğu tek filmi için yakın dostu ve sıkı işbirlikçisi Karl Malden’ı yanına aldı. İkili, Tek Gözlü Jack‘te (1961) banka soyguncuları Rio (Brando) ve Dad’ı (Malden) canlandırdı. Bir soygunun ardından Dad’ın ihanetiyle yakalanan Rio, beş yıl hapis yatarken, Dad Monterey’nin belediye başkanı olur. Hapisten çıktığında intikam peşinde koşan Rio, eski dostunun kendisine hazırlıklı olduğunu görür.
Yönetmenliğin Zorlukları ve Bir Efsanenin Vazgeçişi
Yalnızca oyuncu olduğunda bile “zorlu” karakteriyle bilinen Brando, kamera arkasındayken de çalkantılı bir süreç yaşadı. Çekimlerde yaşanan sorunlar, filmin bütçesini üç kat aşmasına neden oldu ve efsanevi oyuncu bir daha asla yönetmenlik yapmamaya yemin etti.
Eleştirel Sessizlik ve Kalıcı Miras
Tüm bu sorunlara ve dönemin eleştirmenlerinden gelen ılımlı tepkilere rağmen, ortaya sürükleyici, epik bir western çıktı. Tek Gözlü Jack, Brando’nun kamera önündeki dehasını arkasında da sergileyebileceğini kanıtlayan bir başyapıt oldu. Günümüzde, klasik western janrının en özgün örneklerinden biri olarak kabul ediliyor.
Yönetmen: Herk Harvey
Adına yalnızca bir uzun metraj film kayıtlı olsa da Herk Harvey aslında mesleği gereği bir sinemacıydı – Centron Şirketi için sayısız eğitici ve endüstriyel kısa film yönetti. Utah’ta terk edilmiş bir eğlence parkıyla karşılaşması, Harvey’i Centron’dan meslektaşı John Clifford’u bir senaryo yazmaya ikna etmesine yol açtı. Böylece Carnival of Souls (Ruhlar Karnavalı) doğdu.
Ölümle Dans Eden Bir Kadının Hikayesi
Korkunç bir araba kazasının tek kurtulanı Mary (Candace Hilligoss), kilise orgçusu olarak yeni işine başlamak üzere ülkeyi katetmektedir. Ancak kazanın travmasını atlatmaya çalışırken, ürkütücü bir adamın (Harvey) görüntüleri ve çevresindekilerin onu göremediği/anlamadığı anlarla karşılaşır. Sanki yaşamla ölüm arasındaki perdeyi yırtmış gibidir.
Zamanın Ötesinde Bir Korku Klasiği
Yoğun atmosferi ve unutulmaz derecede ürpertici sahneleriyle Carnival of Souls, ilk gösterimlerinde beklenen etkiyi yaratamasa da gece geç saatlerdeki televizyon gösterimleri ve Özel Cadılar Bayramı seansları sayesinde giderek popülerlik kazandı ve zamanla kült bir klasik haline geldi.
Yönetmen: Barbara Loden
Barbara Loden’ın Wanda’sı: Bir Kadının Sessiz Devrimi
Bir gazete haberinde, 20 yıllık hapis cezası için yargıca teşekkür eden bir kadının hikâyesi, Barbara Loden’a Wanda (1970) filminin ilhamını verdi. Senaryoyu da yazan Loden, aynı zamanda başrolde; kocasını ve iki küçük çocuğunu terk eden, sonrasında şiddet eğilimli bir suçlu olan Bay Dennis’in (Michael Higgins) kaçış arabasının sürücüsüne dönüşen, amaçsız Wanda’yı oynadı.
Pasif Direnişin Sinemadaki İkonu
Wanda, ailesini geride bırakacak kadar güçlü iradeye sahip ancak erkeklerin kendine kötü davranmasına izin verecek kadar pasif bir kadının büyüleyici portresidir. Film, Wanda’nın karmaşık iç dünyasını uzun monologlarla açıklamak yerine:
Empatik yakın planlar
Çevresiyle kurduğu ilişki biçimi
Loden’ın dokusu zengin oyunculuğu
aracılığıyla sessiz bir devrimi anlatır.
Tamamlanamayan Bir Miras
Loden 1975’te iki eğitici kısa film çekti ancak bir daha uzun metraj projesi için finansman bulamadı. 1980’de, henüz 48 yaşındayken meme kanserinden hayatını kaybetti. Wanda ise zamanla feminist sinemanın kurucu taşlarından biri olarak kabul edildi.
Yönetmen: Dalton Trumbo
Dalton Trumbo’nun Johnny Silahını Aldı: Zamanın Ötesinde Bir Savaş Karşıtı Başyapıt
1938’de, dünya İkinci Dünya Savaşı’nın eşiğindeyken kaleme aldığı “Johnny Got His Gun” romanını sinemaya uyarlamak Dalton Trumbo için uzun ve çileli bir yolculuk oldu. Hollywood Kara Listesi dönemini atlatan Trumbo, Luis Buñuel ile yapmayı planladığı başarısız işbirliğinin ardından, nihayet Vietnam Savaşı’nın ortasında, 1971’de filmini izleyiciyle buluşturabildi.
Bedenin Sınırlarında Bir Savaş Eleştirisi
Film, I. Dünya Savaşı’nda tüm uzuvlarını ve yüzünü kaybetmiş ancak bilinci yerinde kalmış genç bir askerin (Timothy Bottoms) iç dünyasına odaklanıyor. Anılarının ve halüsinasyonlarının arasında sıkışıp kalan bu karakter, Trumbo’nun savaşa yönelik öfkesinin en keskin ifadesi haline geliyor.
Gerçeküstü Anlatım ve İnsani Dokunuş
Trumbo, hem hikayesinin gerçeküstü yapısını hem de kasvetli temasını ustalıkla yönetirken, öykünün merkezindeki öfkeye denge olacak incelikli dokunuşlar eklemeyi başarıyor. Mesajını nihayet izleyiciye ulaştırdıktan beş yıl sonra hayata veda eden yönetmen, sinema tarihine savaş karşıtı filmlerin en unutulmaz örneklerinden birini armağan etti.
Yönetmen: Philip D’Antoni
The Seven-Ups: Fransız Bağlantısı’nın Ruhani Devamı
The Seven-Ups, Fransız Bağlantısı‘nın (1971) adeta ruhani bir devamı niteliğinde. Her iki film de 1970’lerin New York’unun kirli suç dünyasında geçiyor ve soluk kesen araba kovalamacaları içeriyor. Aynı bestecinin ve dublör koordinatörünün imzasını taşıyan filmlerde Roy Scheider’ın canlandırdığı karakter, gerçek hayattaki aynı polisten gevşek bir şekilde ilham alıyor. Ancak The Seven-Ups‘ta yardımcı rolden başrole terfi ediyor (Scheider’ın ilk başrol denemesi olan film, onu 1975’te Jaws ile starlığa taşıyacaktı).
Fransız Bağlantısı‘nın yapımcısı Philip D’Antoni, bu kez yönetmen koltuğuna oturarak, adını verdiği bir NYPD ekibinin, kendi üyelerinden birinin hayatına mal olan organize bir adam kaçırma çetesini çökertme mücadelesini anlatıyor. D’Antoni’nin yapımcılık deneyimi ve temel ekibe aşinalığı, ilk kez yönetmenlik yapan bir isim olarak devasa aksiyon sahnelerini ve küçük ölçekli duygusal anları aynı sağlam elden yönetmesini sağlıyor. Sonuç ise ciddi anlamda hak ettiği değeri görmemiş bir suç klasiği.
Yönetmen: Saul Bass
Grafik tasarımcı Saul Bass, sinema tarihine başlık dizaynını yeniden icat ederek adını yazdırdı. Vertigo (1958), Bir Cinayetin Tahlili (1959) ve Batı Yakasının Hikayesi (1961) gibi klasikler için hazırladığı jenerikler ve posterler, bu filmlerin kültürel hafızada yer etmesinde kilit rol oynadı. Bass, bir filmin tüm özünü birkaç çarpıcı görsele indirgeme konusunda ustaydı.
Bilimkurguya Tasarımcı Gözüyle Bakış
Hollywood’da altmış yıl çalışmasına ve bir dizi ödüllü kısa film yönetmesine rağmen, Phase IV (1974) Bass’in tek uzun metraj denemesi oldu. Bilim insanlarının evreni ele geçirmeye çalışan ölümcül karıncaları durdurma hikâyesi, 50’lerin ucuz bilimkurgularını anımsatsa da, Bass’in görsel anlatımdaki ustalığı filmi ürpertici, minimalist ve tarz sahibi bir esere dönüştürdü.
Unutulmaz Görseller
Ölü bir adamın elinden süzülen karıncalar
Çölde yükselen yedi gizemli kule
gibi sahneler izleyicinin hafızasına kazınıyor. Bass, bu tek filmle bile sinema tarihinde “tasarımcı gözüyle yönetmenlik” kavramının en ikonik örneğini verdi.
Yönetmen: Tom Stoppard
Oyun yazarı Tom Stoppard, Hamlet‘in arka planındaki iki karakteri merkeze alan Rosencrantz ve Guildenstern Öldüler oyununu 1966’da kaleme almıştı. John Boorman’ın yönetmen olarak bağlandığı ilk uyarlama girişimi başarısız oldu. Stoppard başka projelere yöneldi. Ta ki 20 yılı aşkın bir süre sonra, bu kez kendisinin yönetmen koltuğuna oturmasıyla proje hayata geçene kadar. Newsweek’e verdiği bir röportajda ifade ettiği gibi, “yazar-yönetmen” fikri o dönemde “oldukça çekici ve seksi” geliyordu ona.
Yazarlıktan Yönetmenliğe
Stoppard hikâyesini sinematografik bir bakışla ele aldı. Senaryo metin yoğun olsa da, çeşitli görkemli mekânlara yayılan aksiyon sahneleri, akıcı kamera hareketleri ve ileride İngiliz sinemasının efsaneleri olacak Gary Oldman ile Tim Roth’un keyifli performanslarıyla filmi zenginleştirdi.
Bir Daha Olmayacak Bir Deneyim
Stoppard bu deneyimden keyif aldı ve nihai sonuçtan memnun kaldı. Ancak önceliği her zaman yazarlık olan usta, yönetmen koltuğuna dönmek için özel bir istek duymadı. Böylece bu film, onun tek yönetmenlik çalışması olarak sinema tarihindeki yerini aldı.
Chloe Walker
https://www.bfi.org.uk’dan SinemaNova için çevrilmiştir.