29 Eylül 2024
21 Okunma
Aslı Özgen’in kaleminden Roberto Rossellini sinemasının olmazsa olmaz beş özelliği…
Rossellini’nin dünyasını en iyi anlatan imge, yıkıntılardır. Virane kentler, harap olmuş ruhlar, hayata tutunmaya çalışan yalnız kadınlar, öksüz çocuklar, tahtından edilmiş erkeklik… Yıkıntılar, savaşın hafızasıdır. Almanya, Sıfır Yılı’nda bir çocuğun intiharıyla çarpıcı bir çaresizliğin ifadesi olur. Fakat, aynı zamanda, görkemli geçmiş ve yüce millet aldatmacaları üzerine kurulu faşizmin çöküşünün de sembolüdür. Yeni ve adil bir yaşam, bu yıkıntılarda kurulan dayanışmadan, sınıf bilincinden, başka bir dünyanın mümkün olduğuna duyulan inançtan yeşerecektir. Roma, Açık Şehir’in (Roma Città Aperta, 1945) sonunda kente doğru yürüyen çocuklar, bu ümit dolu geleceğin en unutulmaz imgelerindendir.
Rossellini için, gündelik yaşamın çeşitli mekânlarında sıradan insanlarla karşılaşmak ve merakla onları anlamaya çalışmak sinemanın başlangıcıydı. Savaşın son yıllarında İtalya’nın güneyinden kuzeyine bir panoramasını sunan Hemşehri’nin (Paisà, 1946) her bir epizodu bu türden karşılaşmalar üzerine kuruludur. Amerikan askerlerinin köylülerle, çocuklarla, kadınlarla, rahiplerle ve partizanlarla karşılaşmaları anlatılır. Avrupa 51 (Europa ‘51, 1952) ise, konforlu yaşantısından sıyrılıp kendini alt sınıf mahallelerine atan bir kadının karşılaşmalarının hikâyesidir.
Rossellini’nin filmografisinde faşizme karşı direniş, her şeyden önce ahlaki bir sorumluluk olarak yer bulur. Rossellini Roma Açık Şehir’de Gestapo’nun eline düşen komünist partili önder Giorgio’yu ya da Avrupa 51’de kendi sınıfına yabancılaşarak alt sınıfa karışan Irene’yi birer ‘aziz’ gibi sunmayı tercih eder. Giorgio’nun işkence gördüğü sahne, İsa’nın çilesi ikonografisinden izler taşır. Akıl hastanesine kapatılan Irene ise parmaklıklar ardındaki bir Jeanne D’Arc gibi resmedilir. Rossellini’nin bu temsil biçimleri, dönemin siyasi atmosferinde Mussolini hükümetinin yanında yer alan Katolik Kilisesi’ne bir çağrı, bir eleştiridir kimilerine göre.
Roma, Açık Şehir’de olduğu gibi sokakların karanlık köşeleri, binaların kuytu aralıkları direnişin mekânlarıdır hep Rossellini sinemasında. Faşizmin ideolojik aygıtı, süslü iç mekânlardaki ferah yaşamları anlatan ‘beyaz telefon filmleri’nin (telefoni bianchi) aydınlık estetiğine karşı, yüzlerin dahi seçilemediği zifiri bir karanlık. Yeraltında büyümekte olan direniş, yeraltından fışkırmaya yüz tutmuş ‘gerçek’in de ifadesidir. Yasaklanan gazeteler, sansürlenen filmler, susturulan yazarlar. Faşizmin stüdyolarda ürettiği yalanların karşısında, sokaklara inen, gerçeklere uzanan, direnişin dili olan kamera.
1950’lerin sonlarına doğru, yıkıntıların arasından yeşertilmeye çalışılan umut, örgütlenen iyimserlik ve anti-faşist kolektif mücadele gücünü kaybettikçe, virane kentlerin direnişçi özneleri de yerini sinizmin kıskacına düşmüş, varoluşsal çıkmazlarda bocalayan karakterlere bırakır. Rossellini’nin kamerasının uzun uzadıya gezindiği sokaklar, artık memleketin gizlenen gerçekliğinin değil, karakterlerin içine düştüğü melankolinin bir haritası olur. Aramaktan yorgun düşmüş ruhların, ebedi yolculuğa mahkûm edildikleri filmlerin öncüsü İtalya’ya Yolculuk’tur (Viaggio in Italia, 1954).
Aslı Özgen
www.altyazi.net’den alınmıştır.